Geçen sene (Aralık 2010), Demokratik Toplum Kongresi, aydınları Diyarbakır'da bir araya getirmiş ve "Demokratik Özerklik" projesini onlara sunmuştu. Kürt toplumunun, köy, mahalle, semt ve şehir komünleri şeklinde inşa edilmesi öngörülüyordu. Aydınlar, bireyi hiçe sayan, alıştığımız demokratik mekanizmaları dışlayan bu sisteme sıcak bakmamış, sert eleştiriler seslendirmişlerdi. Ama hiçbir şey değişmedi; KCK sözleşmesinde, aynı yapı korunuyor. Köy, mahalle, semt ve şehir komünlerinin aldığı kararlar, Kongra-Gel (PKK) ve Halk Meclislerinin kararlarıyla uyumlu olmak zorunda. Komünler, Kürdistan Komünler Birliği (KCK) kararlarını uygulamakla yükümlü. En tepede, "KCK kurucu önderi Abdullah Öcalan" var. Sözleşmede, "Her alanda, bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur ve bu kurum en son karar merciidir" deniliyor.
Bilimsel Aydınlanma Komitesi'nin görevi, "Önderlik tarafından belirlenen felsefik, ideolojik hattın uygulanması ve geliştirilmesidir."
KCK sözleşmesi "Kürdistan" denilen bölgede yaşayan herkesi, bu totaliter sistemin kurallarına uymak mecburiyetinde bırakmakta, aksi takdirde, halk mahkemelerinde yargılanmalarını öngörmektedir. Bireyin ve sivil toplum örgütlerinin yerini, köy, mahalle, semt ve şehir komünleri alıyor; ama buralarda verilen kararların "Önder Öcalan ve halk meclislerinin kararlarıyla uyumlu olmasını" isteyen totaliter bir hiyerarşi kuruluyor. Şu anda, KCK üyeleri, BDP'nin yürüttüğü siyaseti, -bir nevi komiserlik görevi yaparak- PKK çizgisinde tutmaya çalışıyorlar.
KCK tutuklamaları olmasa, hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yaşamak istemeyeceği bu totaliter yapıyı daha rahat tartışmaya açabiliriz. Ama maalesef tutuklamalar, mağduriyetleri ön plana çıkardığı için, bu gibi bilimsel münakaşaları geri plana atıyor.