Bir zamanlar Türkiye'de, "güvenlik" sorunu o kadar ön plandaydı ki, idamın kaldırılmasına büyük çoğunluk karşıydık. 12 Eylül öncesini kastediyorum. Ve tabii bu hava, darbe sonrasına da sirayet etti. Bununla beraber, sivil yönetimler döneminde, idam kararları TBMM onayından geçmiyor, dolayısıyla infaz edilmiyordu. Acılar yaşanmasa da, Demokles'in kılıcı gibi infaz tehdidi kişilerin tepesinde sallanıyordu.
12 Eylül sürecinde, idamlar infaz edildi ve evlere ateş düştü.
Salı günü, Tayyip Erdoğan'ın yaptığı grup konuşmasını ve evlâtlarını kaybeden ailelerin açıklamalarını duyduktan sonra, konu üzerinde bir kere daha düşündüm. Onların duygularını yüreğimde hissettim. "İyi ki idam cezası kaldırıldı" dedim. O gençler asılmasaydı, muhtemelen özeleştiri yapıp, bugün çok daha farklı bir çizgide olacaklardı. İnsanlar, genç yaşta yolunu şaşırabilir, "vatanı kurtarıyorum" sanıp, elini kana da bulayabilir. 20'li yaşlar, "deli" çağlar, "delikanlı" çağlardır.
O gençlere kıymamalıydık. Ama "Adalet" (!) adına, bir "sağ"dan, bir "sol"dan astık.
Kenan Evren, bir röportajında bunu itiraf etti; herkese eşit davranıldığını şöyle anlatıyordu: "Ben sağ ve sol ayrımı yapmadım. Hatta o kadar ki, mahkûm olanlar, idam cezası alanlar var. Meselâ sağdan bir tane mahkûmun idamından sonra, bekletirdim. Sonra soldan bir tane idam ettirirdim. Yani bir tane sağdan, bir tane soldan adam astık. Sırf denge olsun diye buna dikkat ettim." (21 Temmuz 2010-Star)
Adalet böyle mi sağlanır! Yaşatıp, ıslah etseydik ya o gençleri, topluma kazandırsaydık ya! "Asmayıp... besleseydik ya!"