Dağlıca, Kemah, Aktütün, Bingöl, Başbağlar, Güçlükonak, Şemdinli... Hep karanlıktayız
27 Mayıs 2009'da, Hakkâri Çukurca'da 7 askerimiz şehit olmuştu. Olaydan az sonra, internete 3 ses kaydı düştü. Birincisinde, Hakkâri Tümen Komutanı Tümgeneral G.K. ile Çukurca Tugay Komutanı Tuğgeneral Z.E. konuşuyordu. Tuğgeneral Z.E. mayını kendisinin yerleştirdiğini, rütbelileri teker teker çağırarak yerini işaret ettiğini, ama gerekli hassasiyet gösterilmediği için böyle bir durumun ortaya çıktığını söylüyordu. Tümgeneral G.K., "Hiçbir sıkıntı yok. Biz aynen planladığımızı tekrar uygularız" cevabını veriyor ve şöyle devam ediyordu: "Kahrolacak bir şey yok. Bu mücadelenin içinde birileri ufak tefek hata yapacaktır."
İkinci ses kaydından, olayın üst mercilere "operasyonları engellemek maksadıyla, mayın, bölücü terör örgütü tarafından yerleştirilmiştir" şeklinde aktarıldığını öğreniyoruz.
Üçüncü ses kaydında, Tugay Komutanı Tuğgeneral Z.E., ismi belli olmayan bir komutanla konuşuyor.
Komutan: "Zeki sen misin ağabeycim? Yalnız mısın?
Z.E.: "Asayiş Komutanı ile Tümen Komutanı yanımda."
Komutan: "Bu konuşmaların hepsi kaydediliyormuş, fazla şey yapmayın. Anladın mı dediğimi?"
Z.E.: "Anladım."
Komutan: "Mümkün olduğunca az..."
Z.E.: "Kim söyledi size?"
Komutan: "GES (Genelkurmay Elektronik Sistemler) Komutanı. Beni aradı bu sabah. Tamam?"
Z.E.: "Anladım."
Komutan: "Hepimizin başı sağ olsun; takdiri ilâhi. Görev de devam edecek tabii."
Tam da açılım politikalarının gündeme geldiği bir dönemde patlayan mayınlar, ardından internete düşen bu konuşmalar, işin içinde PKK'nın olmama ihtimalini akla getirmişti. Ama gene de, "vatan hainliği" ile suçlanmamak için, birçoğumuz hadisenin üzerine kararlılıkla gidemedik. Allah'tan oğlunu kaybeden bir ana, işin takipçisi olmuş. Gerçekler bu şekilde ortaya çıkabildi.
Maalesef, Genelkurmay Başkanlığı, "kol kırılır yen içinde kalır" zihniyetiyle hareket ediyor. Alt rütbedekiler de öyle. Hatta henüz ismi deşifre olmayan komutan, "Aman dinleniyorsunuz, dikkat edin" diye uyarabiliyor.
***
Geçmişe göz attığımızda, başka şüpheli vakalar da görüyoruz.
21 Ekim 2007'de, 13 askerin şehit olduğu
Dağlıca baskını. Baskından 9 gün önce, teröristlerin bölgede hareket halinde bulunduğuna dair
"ivedi" damgalı Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı raporu, Genelkurmay Başkanlığı'nın, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın, İkinci Ordu Komutanlığı'nın İstihbarat Daireleri ile Dağlıca Tabur Komutanlığı'nın bağlı olduğu Hakkâri Dağ Komando Taburu'na ulaşmıştı. Rapor 12 Ekim 2007 tarihini taşıyordu. Baskın 21 Ekim 2007'de gerçekleşti. Bu nasıl bir ihmal? İhmali olan üst düzey rütbelilere dava açıldı mı? Yoksa sadece kaçırılan erler mi yargılandı?
11 Ağustos 2008'de,
Erzincan / Kemah ilçesi, Sarıyazı-Olukpınar köyleri yol ayrımında, 9 askerin şehit olmasıyla neticelenen bir mayın patlaması gerçekleşti. Burada da çok söylentiler çıktı. Gizli tanık Hazar, olaydan 6 gün önce, 6 teröristin Sarıyazı köyüne doğru gittiği haberini yetkililere verdiğini ileri sürdü. Sarıyazı köyü muhtarı Zeki de, Binbaşı Nedim'i önceden haberdar ettiğini belirtti. Bölgede teröristlerin olduğu biliniyordu ama askerleri taşıyan araç zırhlı değildi. Neden mayın tarama ekibi özenli bir araştırma yapmadı? Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi'nde bu olayla ilgili yargı süreci başlatıldı.
3 Ekim 2008'de, 350 PKK'lının ağır silahlarla Kuzey Irak'tan
Şemdinli Aktütün Karakolu'na ateş açmaları sonucu 15 askerimiz şehit oldu. İnsansız hava araçlarının bu konuda ilettiği istihbarat bilgilerinin var olduğu belirtildi. 16 gün önce baskın ihbarının yapıldığına dair haberler gazetelere yansıdı.
Daha eskilere gidelim:
Bingöl'de, silâhsız 33 erin PKK'lılar tarafından kurşuna dizilmesi. (25 Mayıs 1993) Seneler sonra, Şemdin Sakık'ın başında bulunduğu birime, Türkiye'den yanlış enformasyon aktarıldığı anlaşıldı. 33 silâhsız er yerine, Özel Tim'den vurucu bir ekibin bölgeye operasyon amacıyla gittiği malûmatı terör örgütüne verilmişti. (O günlerde, bir yandan Cumhurbaşkanı Özal, bir yandan iktidarda bulunan Demirel ve İnönü, Kürt kökenli vatandaşlarımıza, hatta Öcalan'a yönelik açılım politikasını başlatmaya hazırlanıyorlardı.)
5 Temmuz 1993'te, sözde PKK üyesi 100 kişilik bir grup,
Başbağlar köyünü basmıştı. Erkekler kurşuna dizildi; cami, okul, evler kundaklanarak yakıldı. Başbağlar katliamı, 3 gün önce cereyan eden Sivas Madımak Oteli'nin yakılmasına misilleme olarak gösterildi. (Acaba birileri Alevi-Sünni çatışması mı çıkarmak istiyordu?)
15 Ocak 1996'da,
Güçlükonak / Koçyurdu köyünden 4'ü korucu 11 kişi, bulundukları minibüste önce ağır silâhlarla taranarak öldürüldü; ardından minibüs ateşe verilerek yakıldı. O tarihte PKK'nın tek taraflı ilan ettiği ateşkes sürüyordu. Genelkurmay
"PKK yaptı" dedi. Aradan yıllar geçti; dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Bakanı Adnan Ekmen,
"Araştırınca arkasından devlet çıktı; tanıklar korkunca biz de üzerine gidemedik" açıklamasını yaptı. (17 Şubat 2009)
2005'te,
Hakkâri'de peş peşe bombaların patlatıldığını, ama Umut Kitabevi'ne bomba atan Ali Kaya ile Özcan İldeniz isimli astsubaylar yakalandıktan sonra, bombaların arkasının kesildiğini de hatırlıyoruz.
Ya
Danıştay saldırısı! Alparslan Aslan ele geçmeseydi, bu iş dincilere ihale edilmeyecek miydi?
........................
İşte 7 askerimizin şehit olmasından sonra ortaya çıkan bir örtbas ve kandırmaca olayının bana hatırlattıkları.