Hrant Dink'in ölümünün üzerinden tam 3 yıl geçmiş. Seneler, yerinde durmuyor. Ve maalesef, yaralar da kolay kolay iyileşmiyor. Ailesi, Dink cinayetinin, "Kafes Planı" çerçevesinde değerlendirilmesini istedi. Bu plan, gayrimüslimlere yönelik suikastlar işlenerek, Türkiye'nin, Batı âlemi nezdindeki imajını karalamayı öngörüyordu; Deniz Kuvvetleri bünyesindeki bir cuntaya aitti. Dink cinayetiyle doğrudan bir irtibat bulunmasa dahi, en azından, Dink'i öldüren zihniyet böylece teşhir edilmiş oluyor:
Rahip Santaro'nun 6 Şubat 2006'da, Trabzon'da, 16 yaşındaki bir çocuğun bıçak darbeleriyle hayatını kaybetmesi ve Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra, Malatya'daki Zirve Kitapevi katliamı da (16 Nisan 2007), Türkiye'yi, bir yandan istikrarsızlaştırırken, bir yandan da dünya kamuoyunda mahkûm ettirme çabalarının bir ürünüydü. Unutmayalım ki, İbrahim Şahin'in evindeki belgeden de, Alevi-Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız'ın bombayla, Ermeni Patriği Mutafyan'ın ise lav silâhıyla öldürülmesi planları çıkmıştı.
Bence, Hrant Dink'i öldüren tertip deşifre oldu. Zaten, onun, hedef tahtası haline gelmesinin sebebi, Atatürk'ün manevi evlâdı Sabiha Gökçen'in Ermeni asıllı olduğunu açıklamasıydı. Tehditler ondan sonra başladı ve bir yazısı vesile edilerek hakkında "Türklüğü aşağılamaktan" dolayı dava açıldı. O davaya müdahil olanlar ve Hrant Dink'i protesto edenler, arkadaki eli belli ediyor. Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Muzaffer Tekin...
Şu anda 3'ü de Ergenekon sanığı.