Zaman zaman, PKK'ya karşı tavır koymadığı için DTP'den şikâyetçiyiz. Ya böyle bir siyasi parti Meclis'te bulunmasaydı, barış yolunda ilerlemek zorlaşmaz mıydı? Siyasi temsil, Türkiye'nin elindeki en önemli kozlardan biri. İkinci şansımız, geniş halk kitlelerinde, Türk- Kürt kardeşliğinin bozulmamış olması.
Hüseyin Dayı isimli okurum, Kemal Karpat'ın 25 Mayıs 2009 tarihinde sütunumda yayınladığım düşünceleri üzerine bana bir mektup göndermiş. Önce, Prof. Karpat'ın Türklükle ilgili görüşlerini hatırlatayım: "Osmanlı döneminde yönetim, Türklerin elindeydi. Ama o devirde "Türk" demek, Osmanlı ve Müslüman demekti. Etnik bir çağrışımı yoktu. Türk tanımı, 1930'larda değişti. 1930'da Serbest Fırka, halktan büyük destek alınca, Cumhuriyet Halk Fırkası, yobazların, dincilerin muhalefeti körüklediğine inandı ve Osmanlı-İslâm kültüründen ayrılabilmek için "köklerimize dönmeliyiz" dedi. Bu kökleri, Orta Asya'ya ve Türklüğe bağladı. Osmanlı- İslâm kültürünü böylece reddetti. 1932'de Türk Kongresi bu sebeble toplandı. Ama, devlet seviyesindeki gelişmelerle, halk seviyesindeki gelişme ayrı mecrada sürdü. Toplum, devletin dayattığı görüşü kabul etmedi; kendi sentezini yaşadı. Millet, "Sen Kürtsün, ben Türküm" diye bir ayırıma gitmedi."
Hüseyin Dayı, Karpat'ın görüşüne şu satırlarla katkıda bulunuyor: "Kemalistler, hemen bütün dillerin Türkçe'den doğduğunu iddia ettiler; Atatürk'ü de buna özendirdiler. 1932'de başlayan Türk Dil Kurultay'ları, Güneş Dil Teorisi tezini yerleştirmek maksadını gütmüştür. Türklük, Türkmenlerin, Kafkasyalı kavimlerin ve Kürtlerin birlikteliğini ifade eder. Önce Tacikler ve Araplar, sonra da Avrupalılar bu kitleye Türk demişlerdir. Daha sonra Rumeli'ye geçilince, Pomaklar ve Boşnaklar da aynı yapıya eklenmiştir. Hazar Denizi'nin çevresinden Avrupa içlerine kadar uzanan alandaki bütün Türk fetihleri bu kitlenin eseridir. Dil meselesi fazla abartılmıştır. İşin aslı, 'Tek ana dil' değil, 'Tek ortak dil'dir. Türk tarihinin bilinen dönemlerine hiç katılmamış olan Yakutlar, sırf dil benzerliğinden dolayı Türk kabul edilmektedir. Buna karşılık tarihimizin her sayfasında, coğrafyamızın her karışında can ve kanlarıyla fedakârlıkları bulunan Abhaz, Arnavut, Boşnak, Çeçen, Çerkez, Kürt, Laz ve Pomak gibi sosyal gruplarımız akraba olarak bile zikredilmemektedir. Halbuki onlar ailemizin de içindedir. 'Türk' dediğimiz kitlenin ismi, aslında 'Türkmen' idi. Türk ise, bir etnik grup ismi değildi. Osmanlı'daki bütün Müslümanları kasteden bir unvandı ve 20. yüzyıla kadar Batılılar da 'Türk' denince o terkibi anlardı. Şimdi bazı çevreler, 'etnik isimleri tanıyalım' diyorlar. Bu teklif doğrudur ama, bütünlüğün isminin ne olacağını kestiremiyorlar. 'Osmanlı' deseler bir türlü, 'Türkiyeli' deseler bir türlü... 'Türk' deseler eski anlam unutuldu; bu yüzden itiraz edilecek. Velhasıl, Türkçü ideologlar, bu milleti isimsiz de bıraktılar, ortak değersiz de bıraktılar."