Prof. Binnaz Toprak, "Türkiye'de farklı olmak" başlıklı bir araştırma yaptı. Anadolu'nun çeşitli kentlerinde, özellikle "laik çevreler" ile görüşülerek, "Din ve muhafazakârlık ekseninde ötekileştirilmenin" örneklerini tesbit etti. Bugüne kadar, devletin ya da laiklik adına hareket ettiklerini söyleyenlerin, dindar bir hayat tarzını benimseyenlere uyguladıkları baskıyı sorgulamıştık. Örnekleri çok. Yüksek Askeri Şûra kararlarıyla sorgusuz sualsiz emekliye sevk edilenler, üniversiteye alınmayan başörtülü kızlar, başı örtülü diye, Nişantaşı'nda ya da Bebek'te kötü muameleye, en azından incitici bir söze muhatap olanlar, ödül törenlerinden kovulanlar, İmam Hatip mezunlarının katsayı uygulamasıyla üniversitelere girmelerinin zorlaştırılması vs...
***
Binnaz Toprak, madalyonun diğer yüzüne eğiliyor: "Muhafazakâr çevreler de, farklı olana baskı yapmıyor mu, onları ötekileştirmiyor mu?" konusunu sorguluyor. Ortada "sütten çıkmış ak kaşık" durumu elbette yok. Başta Aleviler olmak üzere, kulağı küpeli erkeklerden, mini etek giyen kızlara ve içki içenlere kadar, birçok kesime karşı, muhafazakâr çevrelerde bir hoşgörüsüzlük olduğunu tesbit ediyor bu araştırma. Bence malûmu ilân ediyor. Ama, endişem, elde edilen bulguların siyasi hedefler için kullanılması, böylece, hoşgörüsüzlüğün ve tahammülsüzlüğün daha da yaygınlaşması ihtimali. Düşüncemi açıklayayım: Meselâ araştırmada, Fethullah Gülen cemaatinin yurtlar ve Işık evleri vasıtasıyla baskı uyguladığı söylenmiş. Ya da AK Partili belediyelerin içki içilen mekânları şehir dışına kaydırdığı vurgulanmış. Bu bulgular, yeni gerginliklere sebep olacak gelişmelerin önünü açar mı acaba? Nitekim Binnaz Toprak böyle bir endişe taşıdığı için, raporunu kamuoyuna mal etmeden önce, AK Parti davasının sonuçlanmasını beklediğini söylüyor.
Farklı olanı "ötekileştirmenin", Türkiye'de her kesim için varit olan genel bir hoşgörüsüzlük zihniyetinden kaynaklandığı belirtilseydi, bence daha doğru bir değerlendirme olurdu. Biz, Türkiye'de, -sağda, solda, ortada- fevkalade yaygın olan bu baskıcı, müsamahasız zihniyeti değiştirmeye çalışmalıyız. Baksanıza, bir grup aydın "Ermenilerden özür diliyoruz" dedi diye esen fırtınaya. Başbakan bile, bu linç kampanyasına ucundan katıldı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise, konuyu, "düşünce özgürlüğü" kapsamında gördüğü için CHP milletvekili Canan Arıtman'ın ırkçı saldırılarına maruz kaldı.
Bana göre hem AK Parti, hem de Fethullah Gülen cemaati, dindar ve muhafazakâr çevrelerde zaten mevcut olan kapalı yapının değişip dönüşmesine olumlu katkı sağlıyor. Binnaz Toprak'ın projesini sunduğu toplantıda, AK Partili Ayşe Böğürler'in söyledikleri, buna ışık tutabilir. Böğürler, gittikleri muhafazakâr kentlerde, kadın ve erkeklerin harem/selâmlık şeklinde oturmalarını engellemek için nasıl büyük bir gayret sarf ettiklerini anlattı. Fethullah Gülen hareketine mensup olan iki kişi de, Gazi olayları sonrasında, Fethullah Gülen'in "Ben de Alevi'yim" diye yazı yazdığını, "mum söndü" yakıştırmasını kıyasıya eleştirdiğini, Alevilerin çoğunlukta olduğu Tunceli'de Gülen okullarının kabul gördüğünü, bu hareketin farklı dinlerle, Vatikan'la bile diyalog başlattığını hatırlattı.
Tabii her şeyden önce, muhafazakâr çevreler, hoşgörülü olduklarını, Binnaz Toprak'ın araştırmasına saygı göstererek kanıtlamalı.