Geçtiğimiz yıllarda çokça tartışılan olaylar, Ergenekon iddianamesi yüzünden gene gündeme geldi. Meselâ, bazı Kürt asıllı kişilerin öldürülüp, cesedinin Veli Küçük'ün Alay Komutanı olduğu Adapazarı-İzmit-Sapanca ölüm üçgenine atılması, Nurettin Güven'in, Behçet Cantürk'ü infaz edip, sonra cenazesine katılması.
Nitekim, Susurluk kazasından sonra, 12 Şubat 1997'de şöyle yazmışım:
Hep aynı isimler
"DGM'deki telefon kayıtları, Çatlı'nın cep telefonuyla kimleri aradığını gösteriyor. Çatlı, Nevzat adına kayıtlı telefondan, 15 ve 16 Temmuz tarihlerinde, üç kere Albay Veli Küçük'ü aradı. Küçük, daha sonra Tuğgeneral oldu ve Giresun'a tayini çıktı. Çatlı, 23 Eylül 1996'da bu defa Giresun Jandarma Komutanlığı'nı aradı. Herhalde Veli Küçük'le konuştu. Polat adına kayıtlı telefonu kullanan Ömer Lütfü Topal'ın ortağı Sami Hoştan'ın da 24 Temmuz24 Ağustos 1996 arasında Veli Küçük'ü aradığı telefon kayıtlarından anlaşılıyor. Polat adına kayıtlı telefondan, Sami Hoştan, Korkut Eken'le de irtibat kuruyor. Telefon kayıtlarının ışığı altında akla gelen soru şu: Acaba Sami Hoştan'ı da devlet mi kullanıyordu? Malatyaspor'un eski başkanı, hayali ihracatçı Nurettin Güven'i MİT'in kullandığı kimin aklına gelirdi? Nurettin Güven polisçe aranırken, sarı, kırmızı ve yeşil çiçeklerle Behçet Cantürk'ün cenazesine katılmıştı. Üstelik sağcı olarak bilinirdi. Gelişmeler, oraya görevle gittiğini ortaya koydu. Nurettin Güven istihbaratçıymış!!!"
Kimin eli kimin cebinde
Görüldüğü gibi, bu konular, Susurluk kazası sonrası gündeme geldi ama, kimse üstüne gitmedi. Tuncay Güney'in tutuklanmasından sonra da, Ergenekon belgeleri ortaya çıkmıştı (2001). Dönemin, Organize Suçlar'dan sorumlu şube müdürü Adil Serdar Saçan, savcılığa şikâyet ettiğini belirtiyor. Fakat, soruşturma açılmıyor. O tarihte İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir ve İstanbul Valisi de Erol Çakır . Onlar da Ergenekon belgelerinden haberdar. Ama bir bakıyoruz Erol Çakır, emekliliğinden sonra, Veli Küçük'le birlikte, bir güvenlik şirketinde iş ortaklığı yapıyor. Öte yandan, Veli Küçük'ün evinde yapılan aramada, "Saçan hakkında bilinenler" ve "Saçan hakkında bilinmeyenler" başlıklı iki dosya ele geçiriliyor. Kimisine göre, Küçük, bu malzemeyi, Saçan Ergenekon dosyasını örtbas etsin diye, "şantaj" yapmak için kullandı. Saçan ise, Milliyet'ten Belma Akçura'ya "günah benden gitti" kabilinden bir beyanat vermiş ve "Savcıyı devreye soktum, onlar örtbas etti" diyor. Oysa, gizli belgeleri depoda saklayana kadar olayın pekala takipçisi olabilirdi.
İddianameden
Veli Küçük'ün Ahmet Cem Ersever ile birlikte PKK itirafçılarına asker kıyafeti giydirerek, cinayet işlettirdiği bilgisi ise, mahkemeye bile yansımıştı. Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunulan iddianamede, bu hususlara temas ediliyordu. Ben de, 11 Aralık 2004'te, konuyla ilgili bir makale yazmıştım: "Hacı Hasan 1988'de PKK örgütünden kaçıyor. JİTEM'in kurucularından ve daha sonra kendisi de cinayete kurban giden Cem Ersever, Hacı Hasan'ın çatışmada öldüğüne dair bir belge hazırlatıyor ve ona İbrahim Babat kimliğini veriyor. Hacı Hasan, beraber çalıştığı itirafçılar, Ali Özansoy, Hüseyin Pekseven, Abdülkadir Aygan, Recep Tiril, Adil Timurtaş, Hayrettin Toka ve Fethi Çetin ile birlikte, PKK örgütüyle ilişki kurduğuna inanılan insanları adalete teslim etmek yerine, öldürmeyi tercih ediyor. Hacı Hasan, Batman, Bismil, Hazro ve Antalya'da PKK ile bağı olduğu düşünülen 6 kişiyi, dönemin Asayiş Komutanı Hikmet Köksal tarafından verilen emirle öldürdüğünü ifadesinde anlatıyor... Görüldüğü gibi faili meçhul iddiası hayale dayanmıyor; somut deliller var. Hizbullah diye ortaya çıkan örgüt de, Lübnan Hizbullah'ından farklı, tamamen yerli, faili meçhul cinayetlerde kullanılan yasadışı bir yapı..."
***
Doğrusu gazete manşetlerini süsleyen haberleri görünce hiç şaşırmıyorum. Çünkü bu gibi konuları birçok kere yazmıştım. İlk defa, eski yılları da kapsayacak şekilde olayların üzerine gidildiğini görmekten dolayı büyük bir mutluluk duyuyorum.