Türkiye'nin en iyi haber sitesi
İBRAHİM KALIN

Türkiye-AB ilişkileri ve iki fasit daire

"Bağımsız Türkiye Komisyonu", aralarında eski Finlandiya Cumhurbaşkanı ve Nobel Barış Ödülü sahibi Martti Ahtisaari'nin de bulunduğu Avrupalı eski devlet adamlarından oluşan bir heyet. Komisyon'un "Avrupa'daki Türkiye: Fasit Daireyi Kırmak" adlı raporu, Türkiye-AB ilişkilerinin gerçekçi bir fotoğrafını çekiyor. Rapor, AB reform süreci, Kıbrıs müzakereleri, Kürt sorunu, Ermenistan'la ilişkiler, laiklik, Türk dış politikasının yeni dinamizmi ve ekonomi olmak üzere bütün kritik konulara temas ediyor ve Avrupalılara ve Türkiye'ye yönelik tespit ve tekliflerde bulunuyor. Raporun "Türkiye'ye adil davranılıyor mu?" sorusuyla başlaması dikkat çekici.
2009 sonuna doğru yaklaşırken Türkiye-AB ilişkileri yarı dolu bardak mesabesinde. Kötümser olanlar bardağın yarısı boş diyor; iyimser olanlar ise bardağın dolu tarafına bakın diyor. Rapora da bu hava hâkim. Bir tarafta AB süreci, Türkiye'nin siyasi ve sosyal dönüşümünün tetikleyici dinamiklerinden biri olmaya devam ediyor. Kültürel ve ideolojik kimliğinden arındırılmış bir AB, Türk kamuoyu tarafından destekleniyor.
Öbür tarafta AB'nin erdemlerinden şüphe duyanların sayısı artıyor. German Marshall Fund'ın 2009 Transatlantik Eğilimler Araştırması' na göre Türkiye'nin AB üyeliğine olumlu bakanların Türkiye'deki oranı hala yüzde 48; ama tam üyeliğe ihtimal verenlerin oranı yüzde 28. AB konusunda ideal ile realite arasında bir uçurum var.

Fasit daireler

Raporun dikkat çekici yönlerinden biri, mevcut gidişatı iki fasit daire üzerinden tahlil etmesi. Birinci fasit daire, Türkiye-AB ilişkilerinde karşımıza çıkıyor. Başta Fransa ve Almanya olmak üzere Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan Avrupalılar, 2005'te imzalanan Müzakere Çerçevesi sanki hiç yokmuş gibi davranıp ikinci sınıf alternatifler üretmeye çalışıyorlar. Türkiye'ye tam üyelik yerine "imtiyazlı ortaklık" öneriyorlar. Dahası Türkiye'nin üyeliğini iç siyaset malzemesi yapıp göç, işsizlik, İslam korkusu ve genişleme yorgunluğu gibi Avrupa'nın iç sorunlarını Türkiye'nin üyeliğine bağlıyorlar.
AB konusundaki genel tutumu hâlâ Türkiye'den şüphe ve korku duyan Avrupalılar belirliyor. "Avrupalılar bizi eşit görmüyor" fikri, Türk kamuoyunda yaygınlık kazanıyor.
İkinci fasit daire içimizde. Türkiye'de statükoyu savunanlar, AB reform sürecine bazen açıktan bazen zımnen karşı çıkıyorlar. Kopenhag Kriterlerinin öngördüğü demokratikleşme, şeffaflık ve çoğulculuğu, imtiyazlarının sonu olarak görüyorlar. El-hak böyle düşünmekte haksız da sayılmazlar. Türk siyasal alanının demokratikleşmesi, sivilleşmesi ve çoğullaşması, "eski muhafızları" rahatsız ediyor. Dahası onları sıradanlaştırıyor ve etkisiz aktör haline getiriyor. Tekrar etkili hale gelmek içinse yasa ve sistem dışı yollara başvuruyorlar.
Türkiye'deki değişim sürecini rejimin temellerinin aşındırılması olarak görenler, AB başta olmak üzere her tür reform girişimine karşı çıkıyorlar. Böylece Türkiye'yi AB'de görmek istemeyen Avrupalı Türkiye karşıtlarıyla, Türkiye'deki AB karşıtları çok farklı saiklerle aynı safta buluşuyorlar.

Avrupa'nın ben-idraki

Raporun vurguladığı bir diğer nokta Avrupa'nın 21'inci yüzyılda nasıl bir ben-idrakine sahip olmak istediğiyle ilgili. Bir "kıta gücü" olan Avrupa, aynı zamanda etkin bir "ince güç" (soft power) olmak istiyor mu? Bu gücü inşa ve takviye edecek bir stratejik derinliğe sahip mi? Yoksa AB mevzuatının teknik sorunlarına hapsolmuş, jeo-politik vizyonu Türkiye-Bulgaristan sınırının ötesine geçmeyen bir Avrupa mı var karşımızda?
Bunun cevabını şüphesiz Avrupalılar verecek. Fakat 21'inci yüzyıldaki güç dengeleri ve değişim trendleri, hem AB'yi hem de Türkiye'yi dönüştürmeye devam edecek. Tarihin bu kırılma noktasında süreci doğru okuyup zamanında hamle yapanlar, her zaman bir adım önde olacak. Değişimi tehdit olarak algılayanlar ise tarihin dışında kalacaklar.
Bu yüzden Türkiye Avrupalıların halet-i ruhiyesinden bağımsız olarak kendi reform sürecine kararlılıkla devam etmek zorunda. Türkiye reformcu ruhunu yeniden yakaladığında sorun çözme kapasitesi de artacaktır. O noktada Türkiye'nin hakkını teslim etmek, Rapor'un sonuç cümlesiyle ifade edecek olursak, "AB'nin inandırıcılığının ... ve bütün aday ülkelere adil davranıp davranmadığının" test edilmesi olacaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA