İki hafta önce "Normalleşmenin sınırı Suriye'de çizilecek" başlıklı yazımızda şöyle demiştik:
"Suriye sahasının son bir yıldaki seyri, bugün Ankara ile İmralı arasında yeniden tesis edilen diyalog zemininin kaderini belirleyecek temel unsur hâline geldi. Devlet kanadı, hem iç güvenlik mimarisini hem de bölgesel dengeleri gözeterek dikkatli bir normalleşme rotası oluşturmaya çalışıyor. Ancak aynı dönemde YPG-SDG yapısının izlediği çizgi, bu rotanın sürdürülebilirliğini tartışmalı hâle getiren işaretler üretiyor."
Aradan geçen kısa sürede yaşananlar, bu tespitin teorik değil son derece somut bir gerçeklik olduğunu ortaya koydu. Suriye sahası, yalnızca diplomatik temasların değil, sahadaki fiili güç ilişkilerinin de hızla yeniden şekillendiği bir eşikten geçiyor. Bugün konuşulan normalleşme başlığı, niyet beyanlarıyla değil, bu sahadaki denklemin nasıl kurulacağıyla anlam kazanıyor.
Bu çerçevede Türk devletinin Şam'la kurduğu doğrudan temaslar belirleyici bir ağırlık taşıyor. Dışişleri, MİT ve Milli Savunma Bakanlığı'ndan müteşekkil en üst düzey heyetin Şam ziyareti, iki ülke arasındaki ilişkilerin ötesinde, Suriye'nin geleceğinde hangi aktörlerin söz sahibi olacağına dair güçlü bir mesajdı. Görüşmelerin odağında SDG ile Şam arasında imzalanan anlaşmaların uygulanması, Suriye'nin güneyinde artan güvenlik riskleri ve DEAŞ'ın sahadaki boşluklardan yeniden güçlenmesini önlemeye dönük tedbirler vardı. Bu başlıkların tamamı, devlet otoritesinin gerçekten tesis edilip edilemeyeceğinin turnusol kâğıdı niteliğinde.
Nitekim Süveyda'dan gelen son haberler, bu kırılganlığın ne kadar derin olduğunu gösterdi. Dürzi silahlı grupların Suriye iç güvenlik noktalarına ağır silahlarla saldırması, kontrolün hâlâ pamuk ipliğine bağlı olduğunu ortaya koyuyor. Bu tablo, yalnızca Şam yönetimi için değil, Suriye'de istikrar arayan tüm aktörler için uyarı niteliği taşıyor. Sahada silahlı yapıların varlığı sürdükçe, normalleşme söylemi kaçınılmaz olarak havada kalıyor.
Bu süreci dikkatle izleyen bir diğer aktör ise İsrail. İsrail basınında Türkiye'nin giderek daha açık biçimde stratejik bir tehdit olarak kodlanması, bölgesel dengelerde yaşanan kaymanın bir yansıması. Gazze soykırımı sonrası İsrail'in artan uluslararası yalnızlığı, Türkiye'nin Suriye'deki etkisi, Şam yönetimiyle kurulan yakınlık ve Ankara'nın askeri kapasitesi, bu algının temel unsurları olarak öne çıkıyor. Özellikle Suriye hava sahası ve Doğu Akdeniz boyutu, bu gerilimin potansiyel çatışma alanlarını işaret ediyor.
Bütün bu gelişmeler birlikte okunduğunda ortaya çıkan tablo net: Suriye, artık Türkiye açısından yalnızca bir dış politika dosyası değil. İç güvenlik dengelerinden bölgesel konumlanmaya, normalleşme tartışmalarından diplomatik manevra alanına kadar pek çok başlık bu sahada kesişiyor.
Normalleşmenin nerede başlayıp nerede biteceği sorusunun cevabı da tam olarak burada yatıyor. Suriye'de devlet otoritesi sahada karşılık bulmadan, silahlı yapılar tasfiye edilmeden ve bölgesel güç dengeleri netleşmeden atılan her adım geçici olmaya mahkûm. Bu nedenle Suriye, bugün Türkiye'nin önündeki en kritik eşik olmaya devam ediyor.