Hakikat kelimesinin bu kadar çok anılıp da bu kadar ayağa düşürüldüğü başka bir dönem yaşandığını sanmam. Sorsan herkes hakikatin peşinde ama aslında kendi menfaatini hakikatmiş gibi sunmanın derdinde.
Hakikatin berrak suyunu bulandırmak için taktikleri ise hep aynı. Ya gazeteci süsü verilmiş firari bir suçlu ağzından ya da ne idüğü belirsiz internet siteleri üzerinden çalmak istedikleri kara iftira ne ise onu "iddia" diye söyletiyorlar. Sonra o "iddia" başlıklarda gerçek gibi tüm internet üzerinden yayılıyor, sosyal medyada gündem ediliyor. Gerisi çorap söküğü...
İftiraya maruz kalanın elinde ise ilgili "haber"in kaldırılması ve/veya tekzip edilmesi dışında bir teselli kalmıyor. Teselli diyorum çünkü hukuk yoluna gidilene dek o uydurulan yalan, milyonların gözünde "gerçek" gibi benimsetilebiliyor. Hakikat ayağa kalkana dek, yalan dünyanın etrafını dolaşmış oluyor. Böylesi bir çağa "hakikat sonrası" (post-truth) denmesin de ne densin?...
İşte bu vasatta kendi kendini ombudsman atayan Faruk Bildirici'den ilginç bir çıkış geldi. Birgün gazetesi, Turkuvaz Medya hakkında gerçeğe aykırı bir yayın yapmıştı. Mahkeme kararı ile gazetenin bu konuda bir düzeltme yayınlaması sağlandı. Bildirici ise bu tekzip hakkının bile basın özgürlüğüne aykırı olduğunu savunabildi. Sebebi ise "Turkuvaz Medya'nın tekzip için mahkemeye iddiaların gerçek dışı olduğuna dair kanıt sunmaması" imiş. Ne âlâ memleket!
Hakkınızda mesnetsiz yalanlar uydurulacak. İddia sahipleri -yani müfteriler- elinde hiçbir delil olmadan bunu "haber" diye sunacak. Siz onlarca haber sitesi ve binlerce trollük ağa karşı elinizdeki tek imkân olan hukuki yollara başvurup bunun neden iftira olduğunu anlatacaksınız. Ama medya etiğini savunması gereken birisi de kalkıp "İddia sahibi iddiasını kanıtlamakla sorumludur" ilkesini hiçe sayıp iftiraya uğrayana "Önce sen ispatla" diye kâlem sallayacak.
Böyle olur hakikat-sonrasının ombudsmanı...