Muhafazakâr cenahtan oy alma yarışındaki siyasilerden biri olan Ahmet Davutoğlu, 2011 yılında Mehveş Evin'e şöyle demişti:
"İstanbul Sözleşmesi, Türkiye'nin dönem başkanlığında imzalandı. Benim, şahsi olarak sahiplendiğim bir mesele. Dolayısıyla 'dostlar alışverişte görsün' durumu söz konusu değil."
Sözleşmenin uygulamaya girmesiyle birlikte on binlerce baba, evlerinden kanıt bile gösterilmeden uzaklaştırılınca, sözleşmenin küresel LGBT siyasetinin söyleminin bir uzantısı olduğu netleşince muhafazakâr kesim tepki vermeye başladı. Bu tepkilerin zirve yaptığı dönem Abdurrahman Dilipak'a verdiği demeçte sözleşmeyi okumadığını dile getirmişti.
Yani "şahsi meselem" dediği sözleşmeyi meğerse okumamış! Okuyup da okumadığını söylediyse yalan söylemiş; şayet okumadan Türkiye Cumhuriyeti adına imza atmış ise sorumsuz olmuş oluyor.
İşin en gülünç yanı ise, şimdi yine sözleşme taraftarı kesilen Davutoğlu'nun son verdiği demeçte "Erdoğan için amaç artık millete hizmet değil, herkesi ve her şeyi gerektiğinde istismar ve feda etmek pahasına iktidarda kalmaktır" demesidir. "Herkesi ve her şeyi gerektiğinde istismar eden" acaba sözleşmeye gururla imza atıp, yıllar sonra "okumamıştım" diye çark eden olabilir mi?
"Her şeyi ve herkesi gerektiğinde istismar eden", tüm siyasi kariyerini borçlu olduğu,
"Cumhurbaşkanımızla son nefesime kadar vefa ilişkisini sürdüreceğim" diye söz verdiği kişiye ilk fırsatta arkasını dönen olabilir mi?
Hırslarından başka "şahsi meselesi" olmayana da bu yakışır zaten!
***
KARISINI DÖVENLE PROGRAM YAPMA KEYFİ
Türkiye'de her şey olunuyor da rezil olunmuyor hakikaten. Eda Demirci, eski eşi İsmail Küçükkaya tarafından dövüldüğünü, "Sadece bir öğretmensin" diye aşağılandığını, küfürler yediğini, aldatıldığını açıklamıştı. Ama aynı Küçükkaya, Ali Babacan'ı ağırlayıp "İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmemizin kadın haklarına zararları" üzerine program yapabiliyor.
Karşılıklı iltifatların paylaşıldığı ve kahkahaların havada uçuştuğu programı izlerken, gördüğü şiddet sebebiyle kanser olduğunu söyleyen Eda Hanım neler hissetmiştir, düşünemiyorum bile...
Eda Hanım, daha önce de defalarca Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü'den yardım istediğini ama arama ve mesajlarına Güllü'nün kapı duvar olduğunu belirtmişti. Geçen haftalarda ABD'den kadın hakları konusunda ödül alan Güllü için, Küçükkaya ile ilişkisini sürdürmek daha önemli olsa gerek.
Peki Küçükkaya'yı davada savunan avukat kimdi dersiniz? Ekranlarda İstanbul Sözleşmesi'ni en önde savunanlardan Kezban Hatemi... Nasıl; tam bir ikiyüzlüler geçidi, değil mi?
Çok savundukları "Kadının beyanı esastır" ilkesinin, iş kendi çıkarlarına gelince geçersiz olduğunu da böylelikle anlamış olduk!
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz