Cevabı baştan vereyim: Yüzleşmedik ve helalleşmedik. Üstelik bahsettiğim yüzleşme, mahkeme salonlarında izi sürülecek bir hesaplaşma bile değil. Örneğin darbenin mağduru olan herkese "mağdur edebiyatı yapma" diyen hâlen geniş bir kesim varsa, yüzleşmedik ve helalleşmedik.
Dönemin medyasının önde gelen tetikçi iki kalemi var mesela. Birisi manşetlerini direkt Genelkurmay'a tahsis etmişti; diğeri de sokakta başörtülü avına çıkmaya söz verip, başörtülülere "fahişe" diyebilmişti. Bu iki isim hâlen bu konuda pişmanlık bile dile getirmeden el üstünde tutulabiliyorsa, bilinsin ki yüzleşmedik ve helalleşmedik.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Dün önemli bir yazar bile Ecevit için "Nezaketiyle göz doldururdu" yazabiliyorsa, yüzleşmedik ve helalleşmedik. Başka herhangi bir kimlikten (laik, Alevi, Kürt, gayrimüslim) birisine, kimliğini dışa vurduğu için bir başbakan, Meclis'in çıkış kapısını göstermiş olsaydı, biz bunu bugün hâlâ lanetle anıyor, o başbakanı da birlikte telin ediyor olurduk.
Ancak 28 Şubat'ın en derinden yaraladığı muhafazakâr kesimin de bu hususta karnesi zayıf. 28 Şubat'a dair bir tane uzun metraj filmimiz yok. Filmi bıraktım, televizyonlarımızın ürettiği belgesel sayısı kaç tane? Milyonlarca gencin takip ettiği Youtube evreninde ne kadar bahsediyoruz, anlatıyoruz mesela?
Hani Boğaziçi protestolarına katılan bir başörtülü kız, kameraya "28 Şubat söylemleri falan çok bilmiyorum ben" demişti. O öğrencinin kurduğu bu cümle aslında hepimize yöneltilmiş bir sorudur. Neden gençlerimiz on yıl, yirmi yıl öncesinden haberdar değil? Bu aynı zamanda anne-babaların üzerinde düşünmesi gereken bir sorudur. Söz sahibi olan bizlerin de üzerine eğilmesi gereken bir sorundur.
Dini kimliği sebebiyle eğitim hayalleri sona erdirilen, kariyeri bitirilen, ordudan atılan, sağlık karnesinde açık resmi yok diye tedavi edilmediği için vefat eden, eyleme değil kontrole geldiği Çapa'da eylemci diye tartaklanarak gözaltına alınıp bebeğini kaybeden, "Yallah İran'a" diye otobüslerden indirilen insanlarımız da bu ülkenin vatandaşıydı.
Konu hakkında ne zaman ağzımızı açsak, tam da o dönem bu zulümleri destekleyenlerce "mağdur edebiyatı" yapmakla suçlanıyoruz. Oysaki on yıllarca uygulanan bu ayrımcı/yok edici politikaları savunanlar, hâlâ gerçekleşmemiş ve hiç gerçekleşmeyecek olan bir "irtica" yaygarasının edebiyatını yapmayı sürdürüyorlar. Biz gerçeğimizi dile getirirken edebiyat yapmış oluyoruz ama onlar hayali korkularından bahsedince "cesur yazar" oluyorlar.
Yazacak çok şey var ama ezcümle: Yüzleşmedik ve helalleşmedik!