Uluslararası basın, dünya koronavirüsle mücadele ve sokak hareketleriyle boğuşurken Türkiye'nin nasıl olup da hem virüsle mücadeleyi hem de Libya'da hegemonyayı sağlayabidiğini konuşuyor. Türkiye destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti güçleri, Tarhuna'dan sonra Sirte'ye ilerledi ve Hafter güçleri arkalarına bakmadan geri çekilmeyi sürdürüyor. Bazı analistler, Türkiye'nin Libya'nın geleceğini belirleyecek aktör olacağını yazarken, bazıları da Libya petrolünün Türkiye hakimiyetine girmesi endişesini dile getiriyor.
Tam da bu noktada, muhalefetimizin altı ay önce Meclis'te oylanan Libya tezkeresine nasıl yaklaştıklarını size hatırlatmak istedim.
Önce İYİ Parti ile başlayalım. İYİ Parti lideri Meral Akşener, tezkereyi millî güvenliğe tehdit olarak gördüklerini söyleyerek şöyle devam ediyordu:
Libya ile imzalanan anlaşmaya evet dedik ama bu anlaşmayı korumanın farklı yolları var. Taraf olmadan da bu anlaşma korunabilir, dedik. Ama devlet işlerinden anlamamakla itham edildik... Libya'ya asker gönderiyorsan, bunu tarafsız bir tutumla yapacak kadar diplomatik olacaksın. Mesele ülkenin, milletin çıkarıyken o ülkenin içişlerinden sana ne?"
Aynı şekilde İYİ Parti Sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu da tezkereye hayır oyu vereceklerini dile getiriyor ve "Hükûmeti bu mevzu üzerinden tuzaklanıyor görüyoruz. Hükûmet sanki bir bataklığa çekiliyor gibi" diyerek itirazlarını anlatıyordu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, kendilerini gelip bilgilendirmesine, muharebede hiçbir TSK mensubunun bulunmayacağını vurgulamasına rağmen İYİ Parti, CHP ve HDP ile birlikte hayır oyu vermekte ısrar etmişti.
Ana muhalefetten gelen sesler de aynı argümanları savunuyor ve Libya'da kaybeden taraf olacağımızdan emin şekilde Türkiye'nin gücünü küçümseyen ifadelere başvuruyordu.
Bunlardan en tepki çekeni ise şüphesiz darbeci Hafter güçlerinin "seküler ve makul" olduğunu öne sürüp, Türkiye'nin onları karşısına almaması gerektiğini, bilakis işbirliği yapması gerektiğini ima eden CHP Grup Başkanvekili Engin Altay'dı. Altay, dünya ülkelerini temsil eden en üst düzey kurum olan Birleşmiş Milletler'in Libya'da tanıdığı tek meşru yönetime ise "cihatçı eğilimli" diyerek saldırıyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyasî hayatı boyunca risk almaktan, ülkesinin kaynaklarına ve gücüne güvenmekten geri durmadı. Libya denkleminde de bunun daha ilk sonuçlarını görüyoruz.
Keşke muhalefetimiz de benzer bir vizyona sahip olabilseydi. Keşke, "Libya'da ne işimiz var? Libya'dan sana ne?" dışında bir perspektif sunabilseydi. Keşke "milliyetçilerimiz", HDP karşı çıkıyorsa biz bir daha düşünelim diyebilseydi. Hâlâ geç kalınmış sayılmaz. Libya, "Mavi Vatan" mücadelemizin hayatî bir parçası ve elini taşın altına koymak isteyen herkese yer var...