Ahmet Davutoğlu, 2009'da dönemin başbakanı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından başdanışman olarak atanmadan önce akademi dışında adını bilen pek yoktu. Ardından hızla önce Dışişleri Bakanlığı'na, ardından Başbakanlığa yine Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından getirildi.
Davutoğlu, AK Parti Kongresi'nde partinin başına ve başbakanlığa getirilmeden, "Benim Başbakanım Davutoğlu" başlıklı bir yazı yazmıştım. Çünkü birikimine güveniyordum, ilimle iştigal edenlerin siyasi hırslarının daha az olacağını zannediyordum, akıl dışı maceralara girmeyeceğini sanıyordum.
Ancak Davutoğlu, koltuğa oturur oturmaz pek çok noktada hırsına yenik düşen bir isim olduğunu kanıtladı. Devlet içinde paralel devlet, parti içinde paralel parti kurmaya kalktı. Tüm hataları ve ihanetleri bu köşenin gövdesine sığmaz ama örnekler vermek isterim.
Başbakan olduğu zaman 17-25 Aralık'ın üzerinden nerdeyse bir yıl geçmiş, FETÖ'nün devlet içindeki dallı budaklı çetrefil yapısı çözümlenmeye çalışılıyordu. Davutoğlu, bu sürecin en kritik sac ayaklarından biri olan ve dört bakanı Anayasa Mahkemesi'nin önüne, yani "Yüce Divan"a yollamak için Meclis'te yapılan oylama sırasında partisini yalnız ve 'başsız' bırakıp İngiltere'ye gitti. Bu, Erdoğan'a, 'bir mücacelen varsa kendin yürüt, beni karıştırma' mesajıydı. O Anayasa Mahkemesi'nin iki üyesinde ByLock çıktığını hatırlatmak isterim. Ayrıca FETÖ'cü kadın üyelerin kelepçelenerek tutuklanmasını eleştirip, ilgili Emniyet Müdürü'nü de görevden alanın aynı Davutoğlu olduğunu not düşmek isterim. Sizce bu adımlar, güvenlik bürokrasisine FETÖ ile mücadele noktasında nasıl mesajlar vermişti?
Davutoğlu'nun Başbakanlıktan alınmadan kısa bir süre önce, Nisan 2016'da, 'çözüm süreci yeniden başlayabilir' minvalindeki sözlerini ve Erdoğan tarafından glen tepkileri hatırlarsınız... Bu meselede de aralarında derin bir görüş ayrılığı olduğunu, bir sene önce, Cumhurbaşkanı'nın Mart 2015'te, Davutoğlu ekibinin Öcalan'la görüşmek üzere bir İzleme Komitesi kurulması fikrini eleştirdiği şu sözlerinden anlamıştık:
"Ben gazetelerde okuyorum. Böyle bir şeyden doğrusu benim bir haberim yok. Şunu da çok açık net söyleyeyim. Bu olaya da ben olumlu bakmıyorum."
Aynı Davutoğlu, Avrupa Birliği'nin 'vize muafiyeti' karşılığı önkoşul olarak dayattığı, yasalarımızdaki terör suçları çerçevesinin yumuşatılmasına da göz kırpmıştı ki, Erdoğan medya üzerinden çok sert müdahale etmişti:
"Terör tanımını değiştir demek, terörle mücadeleden vazgeç demektir. Bu da terörün yanında yer almaktır... Neymiş terör konusundaki tavrımızı yumuşatmalıymışız. Yahu bana bak, siz ne zamandan beri Türkiye'yi idare etmeye başladınız? Kim size bu yetkiyi verdi?"
Bunlar retorik sorular mı, gerçek sorular mı; takdiri okurlarımıza bırakıyorum.
Bugün 'devletin itibarının korunmadığından' bahsediyor ya Davutoğlu...
Obama ile görüşmek için Merkel'i araya sokarak randevu istediğinizde, devletin itibarı umurunuzda mıydı?
Ya ülkenin çıkarları aleyhine olsa da Avrupa'ya şirin görünmek için Mülteci Anlaşması'nı imzalarken?
Veya Avrupa Parlamentosu Başbakanı "Muhatabımız Erdoğan değil, Davutoğlu'dur" diyerek Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nı hiçe saydığında hiçbir karşı açıklama yapmayıp Dışişleri bürokrasisine de "susun" talimatı vermek miydi, devletin itibarını korumak?
Sayın Davutoğlu, tevafuğa bakın ki siz Başbakanlıktan alındıktan 1,5 ay sonra bu ülkede darbe oldu. Biz 251 şehit verirken siz güvenli evde saklandığınızı kendiniz ifade etmiştiniz. Keşke orda kalsaydınız...