Başı "Sarı yelekliler" kalkışmasıyla fena halde dertte olan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, "Sosyal ağlar ve TV programları demokrasi için bir zehirdir" demiş.
Hâlbuki CNN'den BBC'ye tüm dünya kanalları Fransa'daki protestolar karşısında üç maymunu oynamışken, Fransız basınının önemli kısmı en başta Macron destekçisiyken ve hatta seçildiğinde dünya basını onu "özgür dünyanın lideri" diye tanımlamaya başlamışken bu sözler çok da vefalı olmadı açıkçası!
Ancak evet, sosyal medya olmasaydı, sarı yeleklilere uygulanan polis şiddetini kimse görmeyecek ve bundan bahsetmeyecekti. Libya'da veya Mısır'da istedikleri sonuçları almalarına yarayan sosyal medya bir anda zehir oldu. Aynı Macron, olayların başladığı haftalarda da, güvenlik güçlerine cesaretlerinden ötürü teşekkür etmiş ve polise şiddet uygulayan göstericilerin utanç duyması gerektiğini, bunun cumhuriyete yakışan bir davranış olmadığını söylemişti.
Her şey bir yana Macron seçildiğinde, kedinin ciğere baktığı misal bakakalan Geziciler için ne hazin günlerden geçiyoruz böyle!
Pharmakon olarak sosyal medya
Aslında sosyal medya, hem kontrol edilmesi zor sonuçlara yol açan hem de konvansiyonel medyanın tahtını sallayan bir araç. Kitleleri yönlendirmek için de etkili ve zahmetsiz bir yol. Yani hem çare hem zehir hem de günah keçisi. Tamamen nasıl ve hangi amaca matuf kullanıldığına bağlı.
Sosyal medyanın zehirli etkisine bir örnek verelim: "Laiklik tehlikelidir, komünizm tehlikelidir, kızların adet görmesi tedavi edilmesi gereken hastalıktır, kızlar erken yaşta evlendirilmelidir."
Yaklaşık bir hafta boyunca bu sözler, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. İbrahim Emiroğlu'na atfedilerek sosyal medyada dolaştırıldı ve bir linç kampanyası başlatıldı. Ortada ne bir ses kaydı ne de bir görüntü vardı. Sözde iletişim çağında yaşadığımız bir zamanda kimse kamuya açık yapılan bir konuşmada geçtiği iddia edilen bu sözlere dair bir kanıt aramadı.
Emiroğlu, o güne değin bir Twitter hesabı bile olmadığı için kendisinin bu sözleri sarf etmediğini zamanında duyurup olaya müdahale edemedi. Üniversite yönetimi ise ondan hızlı çıkarak, sosyal medya lincinden çekinip anında Emiroğlu'nu görevden aldı ve hakkında soruşturma başlattı. Emiroğlu, bu olay sonrası açtığı hesabından "Bana ait olmayan ifadelerin belli mahfillerce ağzımdan çıkmışçasına servis edilerek hakkımda başlatılan "linç" kampanyasını hayretle ve esefle izlemekteyim. Konunun takipçisi olacağım" yazdı.
Şahsen kendimin hiç sarf etmediği sözlerin resmim ve ismim yanına iliştirilerek sosyal medyada dolaştırılmasından muzdarip biri olarak bu meseleye önem veriyorum. Elimden geldiğince gerçeği duyurmaya çalışıyor ve kimliği tespit edilen herkese dava açıyorum. Ancak sosyal medya bazen öyle bir kanalizasyon işlevi görüyor ki çamurun bulaşmasını önlemek her zaman mümkün olmuyor.
Emiroğlu'nu tanımıyorum. Ancak bu sözleri söylemediğini ifade ediyorsa -ki aklı başında birinin söyleyeceği sözler değilbu çamuru temizlemek, onu yayan 'kara kamu'nun da vazifesidir. Dokuz Eylül Üniversitesi yönetimine ve Rektör Nüket Hotar'a çağrım da bu yanlıştan bir an dönmeleri ve bu vahim hatayı telafi etmeleridir.