Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HİLAL KAPLAN

Türkiye tuzakları bir bir bozdu

Gannuşi: 15 Temmuz bize özgürlüğü tatmış bir halkın despotluk dönemini asla kabul etmeyeceğini gösterdi. Genç-yaşlı, kadınerkek herkesin tanklar karşısında ve bombardıman altında ülkesini savunduğunu gördük. Türkiye tuzakları bir bir bozdu..

Tunus'taki Nahda Hareketi'nin lideri Raşid el Gannuşi, SABAH'a verdiği özel röportajda İslam dünyasının modern çağın dinamiklerine uyum sağlamasının mümkün olduğunu ve bunun dini değerler bir kenara bırakılmadan gerçekleşebileceğini söyledi. İsrail'in sömürgeci bir yapı olduğuna değinen Gannuşi, Türkiye'nin kurulan tuzakları bir bir bozduğunu anlattı ve 15 Temmuz'daki hain darbe girişimi hakkında "Genç-yaşlı, kadın-erkek herkesin tanklar karşısında ve uçakların bombardımanı altında ülkesini savunduğunu gördük. O gece bize özgürlüğün savunucuları olduğunu ve bir defa özgürlüğü tatmış bir halkın bir daha despotluk dönemine dönmeyi kabul etmeyeceğini gösterdi" ifadelerini kullandı. Osmanlı devletinin Tunus'u özgürleştirdiğini söyleyen Gannuşi, Trump'ın skandal Kudüs kararının ardından Türkiye'nin oynadığı liderlik rolünü överek "Cumhurbaşkanı Erdoğan, Arap Ligi liderlerinin yapması gereken şeyi yaptı. Toplantıya davet edilen liderlerden bazıları katılım dahi göstermedi; bu ihanetin açık bir işaretidir" şeklinde konuştu.

Bir tarafta modern dünyayı baştan sona reddetmek üzere kurulu İslami bir direnişi savunanlar var ve bunlar, modern dünyayı baştan sona reddetmenin imkânsız olduğunu söyleyip onunla 'müzakere' ve münakaşa etmenin gereğini ifade edenleri modern dünyaya teslim olmakla, moderniteye asimile olmakla suçluyor. Buna ne dersiniz?

Müslümanlar arasında bu tartışma, 19. yüzyılda rakip medeniyetin moderniteye doğru gelişim gösterdiği ve kendi üretim araçlarını, silahlarını ve teknolojilerini geliştirdiği keşfedildiğinde başladı. Böylece bu durum Müslümanlara şu soruyu sordurdu: Neden diğer medeniyet ilerledi de kendileri geriledi? Ve Müslüman dünyadaki cevaplardan biri "Batılı hayat tarzını benimseyip Batılılar gibi olmadığımız müddetçe gelişemeyiz" idi.
Diğer görüş ise "Tüm bunları reddediyoruz çünkü dinimiz esasen başka medeniyetlerin alışkanlıklarını almamızı yasaklıyor" oldu. Ve İslami Reform Hareketi'nin çözüm teklifi ne her şeyi kabul etmek ne de her şeyi reddetmekti. Bunun yerine diğer medeniyetlerden ihtiyacımız olanı almak ve aynı zamanda dinimizle kimliğimizi muhafaza etmekti. İşte benimsediğimiz cevap budur: Kendimize ait bağımsız bir kimlik idame etmiş olmamız. Mesela o dönemde Tunus'un başbakanı ve İstanbul'da da sadrazam olan Hayreddin Paşa "iktibas" kavramını geliştirdi.
Buna göre dinimiz değerlerimizle çatışmadığı sürece iyi olan her şeyi alabilmemizi mümkün kılmaktadır. Mesela kadınlar konusunda tartışma kadınların evde mi oturmaları, yoksa dışarı çıkıp Avrupalılar gibi yaşayıp hareket mi etmeleri gerektiği idi. İslami Hareket'in sunduğu çözüme göre kadınlar dışarı çıkabilmeli ve çalışabilmeli fakat aynı zamanda kimliklerini muhafaza edebilmeli ve sahip oldukları farklı rollerle sorumluluklarını dengeleyebilmeli. Mesela bugün Müslüman kadın çalışıyor, kamusal alanda görünür durumda fakat bu dengeyi, kamusal alanda üstlendiği yeni rol ile dini kimliği arasındaki izdivacı ifade eden İslami kıyafetiyle.

İslami dünyada sekülerizm de hararetle tartışılmaya devam ediyor. Sayın Erdoğan 2011'de Mısır'da sekülerizmin devlet idaresi için doğru bir yaklaşım olduğunu savunmuştu ve hatırlayacağınız üzere bu demeç büyük bir tartışmaya sebep olmuştu. Bu meselede siz nerede duruyorsunuz?

Sekülerizm pek çok muhtemel mânâya gelebilecek bir kavram ve Batı'da bile pek çok modeli ve uygulanma biçimi var. Mesela bir yanda İngiliz modeli varken diğer taraftan Fransız modeli var ki bu iki model birbirinden epey farklı. Biz modern devleti halk iradesinin ifadesi olarak kabul ediyoruz; devlet ilahi iradenin bir ifadesi ya da tercümesi değil. Ve biz vatandaşla devlet arasındaki ilişkiyi ve aynı zamanda vatandaşların kendi aralarındaki ilişkileri tanzim eden vatandaşlık kavramını da kabul ediyoruz. Dini bağına bakmaksızın herkes için eşit vatandaşlık. Devletle vatandaş arasındaki ilişki farklı biçimlere bürünebilir. Mesela Birleşik Krallık hususunda devlet bütün dinlere eşit mesafede diye tarif edilebilir. Bütün dinleri korur ve onlarla işbirliği yapar. Ve aynı zamanda Kraliçe hem kilisenin hem de devletin başıdır. Fransa'da ise devletin dinle kavga ettiği ve dini sınırladığı, "laisite" ile ifade edilen çok farklı bir model var. Türkiye'deki ve Tunus'taki sekülerizm Fransız laikliğinden etkilenmiştir. Fransız devleti sekülerizmi aktif bir şekilde savunmayı görev addetmektedir ki bu ona özel alana müdahale etme hakkı verir. Bu aynı zamanda başörtüsü yasağının ortaya çıktığı tartışmadır ki Birleşik Krallık'ta benzer bir tartışma yoktur. Bu yasak hem Tunus'ta hem de Türkiye'de geçerlidir çünkü ikisinin de sekülerizmi Fransız modelinden etkilenmiştir. Biz inanıyoruz ki dini kurumlarla devlet arasında bir bağımsızlık ve işbirliği anlayışı olmalı. Bir taraftan devlet dini domine etmemeli. Öbür taraftan dini liderler de devleti kontrol etme hakkına sahip değiller. Bizim Tunus'ta parlamentonun kararlarını gözden geçiren bir dini konseyimiz yok. Parlamento kararlarını kendi alır ki bu kararlar halk iradesini temsil eder. Tunus anayasasına göre Tunus devleti seküler değildir. Ama sekülerizmden anladığımız vicdan özgürlüğü, düşünce özgürlüğü ve inanç özgürlüğü ise biz İslam'ın tüm bu özgürlüklerle uyumlu olduğuna inanıyoruz. Tunus, halk iradesinin özgür ve adil seçimler yoluyla ifade edildiği bir sivil devlettir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çad ve Sudan'da sömürgecilik ve sömürge pratiklerini çok ağır eleştirdi. Örneğin Sudan'da, "petrol kokusu alan bir emperyalist kan kokusu alan köpekbalığından bile tehlikelidir" dedi. Eski sömürge devletlerinde sömürgeleştirmeden arınma sürecinden geçildiği iddia ediliyor. Ancak eski sömürge devletlerine baktığımızda bütün arınma çabalarına karşı sömürgeciliğin hala ele alınması gereken diri bir gerçek olduğunu da görüyoruz. Bu konuda özellikle eski bir Fransız sömürgesi olan Tunus'un önemli siyasi liderlerinden biri olarak ne düşünüyorsunuz?

Afrika ve Asya ülkeleri sömürgeciliği kovmayı ve kendilerini özgür kılmayı başardı. Bugün hâlâ süren tek resmi sömürgeci yapı İsrail'dir. Bağımsızlık, sömürge güçleri için sömürgeciliğin bedelini kazancından daha fazla yapan zor bir mücadele sayesinde kazanıldı. Bu mücadele sömürge güçlerini Afrika ve Asya ülkelerini terk etmeye zorladı. Fakat bu bağımsızlık sadece resmiyette var. Bağımsızlığımızın sembolü bayraklarımız ve ulusal egemenliğimiz var, fakat gerçekte ekonomik, kültürel ve uluslararası ilişkiler hala büyük ölçüde dünyanın sömürgeci merkezlerine sıkı şekilde bağlı. Mesela İngiltere'nin geçmişte emperyal güç olduğu ülkelerin en sıkı bağları hala İngiltere ile. Aynısı Fransa için de geçerli. İlki bu ilişkileri organize etmek için İngiliz Milletler Topluluğu'nu kurdu, ikincisi de Frankofon ülkeleri. Bugün daha çok ekonomik, güvenlik ve de kültürel seviyede ifade edilen yeni bir emperyalizm şekliyle karşı karşıyayız. Ama inanıyorum ki daha fazla çeşitlilik olan, daha fazla güç ve etki merkezi bulunan çok kutuplu bir dünyaya doğru gidiyoruz. Çünkü dünya Avrupa'dan ve Amerika'dan büyük. Bugün Türkiye, Brezilya, Hindistan, Çin, Endonezya ve İran gibi yeni güç merkezleri var.

Bölgenin Arap Baharı sonrası dönemden geçtiği söyleniyordu, şimdi de DEAŞ sonrası dönemden söz ediliyor. Değişimler çok hızlı oluyor, ittifaklar haftalar içinde kuruluyor ve dönüşüyor. Ortadoğu'nun şu anki durumunu nasıl yorumluyorsunuz ve şu an içinde bulunduğumuz konjonktüre binaen bir öneriniz ve tahmininiz var mı?

2011'de Tunus'ta yeni bir bağımsızlık safhasına girdik. Bu mum şimdi Arap dünyasını aydınlatıyor. Bu ülkeler tarihin dışında yaşıyordu, çünkü özgürlük olmadan, on yıllarca baskı ve diktatörlük altında yaşayan bir ülke tarih yapamaz veya yazamaz. Dolayısıyla Tunus Devrimi yeni bir demokratik dönüşüm süreci başlattı ve Arap Baharı'nın başarısıyla, tarih yazabilmek için dünyanın geri kalanına katılma ihtimali belirdi. Bu değişim dalgaları Tunus'tan Mısır'a, Yemen'e ve daha başka yerlere yayıldı. Tabii ki karşı-devrim hamleleriyle karşılaştı. Şimdi de özgürlük için devrimler ve karşı-devrimler arasında farklı şekillerde süren bir mücadele var. Şu anda karşı-devrim güçleri önde görünebilir, ama özgürlük cephesi de hala güçlü. Türkiye'ye kurulan tuzaklardan da gördüğümüz gibi, bu ülkeyi devrimlerin yanında durduğu için cezalandırma girişimleri hep başarısızlık oldu. Tunus'u karışıklık ve savaşa sürükleme girişimleri de başarısız oldu. Tunus, Arap dünyasında ve İslam'da demokrasi olabileceğini, İslamcılarla laiklerin ortak çalışabileceğini ve beraber yaşayabileceğini kanıtlıyor. Dolayısıyla, değişim hala devam ediyor. Eğer devrimler tarihine bakarsak, devrim ilan etmenin devrimin başarılı olacağı ya da bir diktatör devirmenin başarılı demokrasi inşa etmek anlamına gelmediğini görürüz. Fransa'nın demokratik dönüşümünü tamamlaması 70 yılı aldı.

Başarısız darbe girişimi gecesinde ne yapıyordunuz? Darbeden nasıl haberiniz oldu ve nasıl tepki verdiniz?

Şu an bulunduğumuz odada ekibimle birlikte oturuyordum. Darbe haberlerini duyduğumuzda çok şaşırdık. Hemen Cumhurbaşkanı'nın danışmanlarından biriyle iletişime geçtim ama o da o esnada Cumhurbaşkanı'nın yanında değilmiş. Ona tek yolun sokaklara çıkmak olduğunu söyledim. Tarihi bir geceydi. Elhamdülillah başarıyla sonuçlandı. Genç-yaşlı, kadın-erkek herkesin tanklar karşısında ve uçakların bombardımanı altında ülkesini savunduğunu gördük. O gece bize özgürlüğün savunucuları olduğunu ve bir defa özgürlüğü tatmış bir halkın bir daha despotluk dönemine dönmeyi kabul etmeyeceğini gösterdi.

OSMANLI, TUNUS'UN BAĞIMSIZLIĞINI SAĞLAMIŞTIR

Türkiye ile bazı ülkeler arasında anlaşmazlık ya da çalkantı yaşandığında, İngiliz kuvvetlerine karşı Medine'yi savunan Fahreddin Paşa'yı aşağılayan BAE Dışişleri Bakanı ile başlayan son tartışmada olduğu gibi Osmanlı geçmişi genellikle ortaya çıkıveriyor.
Osmanlı dönemi ve onun çeşitli bağlamlarda tekrar tekrar hatırlatılmasına dair yorumunuz nedir?


16. yüzyılın ortalarında, Tunus'un İspanyol egemenliğinde olduğu ve onların yerli halkı Hıristiyanlaştırmaya çalıştığı ve bildiğiniz gibi dünyanın en eski camilerinden ve üniversitelerinden Zeytuna Camii'ni ele geçirip atlar için ahır olarak kullandıkları bir zamanda Tunus'a gelen Osmanlılar hakkında Tunuslular gayet güzel hatıralara sahip. Sinan Paşa komutasında gelen Türk ordusu Endülüs'ü yerle bir eden ve oradaki Müslümanları evlerinden kovan İspanyolları bertaraf etmeyi başardı. Osmanlılar Tunus'u İslam'a döndürdü. Sinan Paşa aynı zamanda Tunus'taki büyük bir caddenin ismidir. Dolayısıyla, bizdeki Osmanlı algısı Tunus'un özgürleştiren ve bağımsızlığını sağlayan bu geçmişle ilişkilidir. İstanbul'a gittiğim zaman, dua etmek için Sinan Paşa'nın kabrini aradım ve onu bulduğumda ağladım. Çünkü eğer bu adam olmasaydı, ben bugün Müslüman olmayacağımı hissettim.

TÜRKİYE, FİLİSTİN HALKININ YANINDA

ABD Başkanı Trump Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak ilan etti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan derhal inisiyatif alıp İslam İşbirliği Teşkilatı'nı acil toplantıya çağırdı. Sonrasında BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu'nda da inisiyatif aldı.
Türkiye'nin bu hususta ve Müslüman dünyanın geleceği konusundaki rolünü nasıl görüyorsunuz?


ABD Başkanı'nın yaptığı şey 1.5 milyar Müslüman'a ve uluslararası hukuka karşı açık bir saldırganlıktı. Bu hareketle, sahip olmadığı bir şeyi bunu hak etmeyen kişilere verdi. Trump, Siyonistlere vermeye kalktığı Filistin'in sahibi değildir. Filistin, kendi topraklarında yaşayan bir halka sahiptir. Orası tarihin ve medeniyetin merkezidir ve El-Aksa 1.5 milyar Müslüman tarafından kutsal sayılmaktadır. Bu sebeple, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı, Kuran'a inanan her lider tarafından yapılması gereken en asgari şeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dediğine katılıyorum: "Eğer bugün Kudüs'ü kaybedersek, yarın Mekke'yi kaybederiz." Bu nedenle, Müslüman liderleri buluşmaya davet ederek yaptığı şey kesinlikle elzemdi. Allah, bu ümmete kendisini savunabileceği pek çok kaynak ve kapasite vermiş, ancak ümmet, maalesef, liderlik, birlik ve stratejik planlama eksikliğini çekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Arap Ligi liderlerinin yapmaları gereken şeyi yaptı. Toplantıya davet edilen liderlerden bazıları katılım dahi göstermedi; bu ihanetin açık bir işaretidir. Filistin halkı topraklarını savunuyor ve orada kalıyor, ama bizim desteğimize ve yardım çağrılarımıza ihtiyaçları var. O nedenle, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı şey, El Aksa'da bulunanlara şu mesajı verdi: "Ümmet ve Türkiye'nin büyük milleti sizinledir."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA