Sultanahmet'teki terör saldırısı, her terör saldırısı gibi iç ve dış politikamızı dizayna, toplumsal fay hatlarını harekete geçirmeye, ülke ekonomisini baltalamaya yönelik. Fail kim olursa olsun, sabit olan gerçek bu.
Fail PKK çıkarsa kulağının üstüne yatıp, DAEŞ çıkarsa 'Saray Gladyosu' yaygarası yapacak şeref yoksunlarından olmayanlar için, fail belli olmadan da söylenecek sözler, alınması gereken tavırlar var.
Bunlardan ilki, şiddeti meşrulaştıran, haklılaştıran, sıradanlaştıran gündelik faşizmin üreticisi öznelere karşı hep beraber karşı durmak olmalı. Örneğin bölge halkının yaşam hakkını, çalışma hakkını, eğitim hakkını, seyahat hakkını ihlal eden PKK'ya tek söz etmeden devleti suçlayan akademisyenlerin bildirisini salt ifade özgürlüğünden ibaret görmemek olmalı. Şiddeti yok saymanın, terörü görünmez kılmanın, bombalı hendeklere siper olmanın ne düşünce ne de ifade özgürlüğü ile açıklanabilecek bir yanı var.
Ya da Sultanahmet'te bombalı saldırı gerçekleşir gerçekleşmez ellerini ovuşturduğu belli olan bir gazeteci müsveddesinin yazdığı şu satırlardaki terör methiyesini tescil etmek olmalı: "Sultanahmet Meydanı'nda patlama... Terör adım adım İstanbul vurulmadıkça Türkiye uyanmaz..."
Ya da PKK'ya 'Batı'yı da vur' davetiyesi çıkaran şu TBMM değil, PKK vekilinin sözlerindeki açık ahlâksızlığı mahkûm etmek olmalı: "Şehirdeki çatışma potansiyelini test etmekle yetinmeyenler, batı şehirleri, kırsal dahil topyekûn savaşın faturasını birlikte görme niyetinde."
Fransa, Paris'teki patlamadan sonra üç ay, ucunu açık bırakarak sıkıyönetim ilan etti. Paris'teki İklim Zirvesi sırasında ana caddelerde bile insan görmek zordu. Aracımız 20 dakika içinde üç ayrı polis noktasında durduruldu ve uzun namlulu silah taşıyan polis ve askerlerce kontrol edildi. Yine o süreçte evlere baskın yapıldı, polise şüpheli gördüğünü vurma ruhsatı verildi, insanları keyfî biçimde vatandaşlıktan çıkarıp sınır dışı etme yetkisi çıkarıldı. Buna rağmen 1100 akademisyen çıkıp, DAEŞ'e toz kondurmayarak devleti suçlamadı. Böyle bir aymazlık olamaz.
Yine Fransa'daki patlama sonrası değil medya organları, Fransız vatandaşları bile ceset fotoğraflarını paylaşmadı, yaymadı. Medya organları resmî açıklamalar dışında hiçbir spekülasyona yer vermedi. Bu yüzden Fransa'nın RTÜK'ü diyebileceğimiz Conseil Superieur Audiovisuel medya ve halka teşekkür etti.
Terör saldırısı sanki halka ve ülkeye değil de Erdoğan ve Ak Parti'ye yapılmış gibi sorumsuzca hareket eden Doğan Medya veya neo-paralel Cumhuriyet ise ne yaptı? Hürriyet internet sitesi, daha patlamanın üzerinden bir saat geçmeden "Sultanahmet patlaması bölge turizmini de vurdu" başlıklı haber yayınladı! Cumhuriyet internet sitesi ise büyük bir şevkle bulabildiği tüm ceset fotoğraflarını paylaştı. AFP ve Reuters gibi yabancı basın ajanslarının da Paris saldırısından farklı olarak, Sultanahmet saldırısı görüntülerini dünya basınına sansürsüz geçtiğini de ekleyelim. Gerçi 'yerli'si böyle yapınca, 'yabancı'ya da diyecek pek sözümüz kalmıyor!
En asgari medeni kurallardan, en asgari ülke sevgisinden yoksun gazetecilerin köşe başlarını tuttuğu bir ülkede, patlama anı ve sonrasındaki görüntüler ile kanlı- yaralı fotoğraflara yayın yasağı getirilmesinden daha doğal ne olabilir ki? Yalnız madem buna bile 'özgürlük sınırlaması' denilerek muhalefet edilecek, devletin şiddetin meşrulaştırılması noktasındaki tüm 'aracılar'a yönelik harekete geçmesi şart. Bu kaostan başka türlü bir çıkış yolu görmüyorum.
Sadece ülkesinin yanında değil de karşısında duranlara değil, en asgari insanî değerlerin karşısında duranlara ve bunu ilan etmekten çekinmeyenlere muamele ederken de azami hukuk ilkelerini gözeterek hareket edilmesi gerekiyor.