Türkiye ile ABD arasında DAEŞ'le mücadele noktasındaki görüşmeler Suruç katliamından çok önce başlamış ve yoğunlaşmıştı. Şu tarihlere bakın:
10 Temmuz'da, Türkiye'de polis kapsamlı DAEŞ operasyonları yaparken, ABD yönetimindeki koalisyon uçakları DAEŞ'e yönelik bombalamalara devam etse de YPG alan hâkimiyeti sağlamaya girişemedi. Bu ABD'nin, Türkiye'nin hassasiyetlerini dikkate alarak 'yola taş koyması' sonucu oldu diye düşünülebilir.
Nitekim KCK, ertesi gün, 11 Temmuz'da, sulama barajlarını bahane ederek ateşkese son verdiğini açıkladı.
14 Temmuz'da, İran ve ABD -uluslararası jargona uygun olarak P5+1 ülkeleri diyelim- arasındaki anlaşma nihayetlendi.
15 Temmuz'da KCK, devrimci halk savaşı sürecinin başladığını ilan etti.
20 Temmuz'da Suruç katliamı gerçekleşti. PKK'nın ilan ettiği devrimci halk savaşına aranan 'bahane' bulundu. (Demirtaş 'Saray gladiosu' diye örgüt uyduracağına bu tablodaki olağan şüpheliye baksın!)
23 Temmuz'da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Obama arasında, Suruç katliamı ertesinde gerçekleşen taziye görüşmesi, yansımalarını önümüzdeki süreçte daha net göreceğimiz tarihi bir konuşmaydı. O görüşmeden sonra, iki ABD'li yetkilinin sözlerine bakalım:
ABD'nin DAEŞ'le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk, "PKK'nın Türkiye'ye karşı terörist eylemlerini güçlü şekilde kınıyoruz ve müttefikimiz Türkiye'nin kendini savunma hakkına tümüyle saygı duyuyoruz" açıklamasında bulundu.
ABD Dışişleri Sözcüsü John Kirby, "Bazı durumlarda PKK, IŞİD'le savaşmış olabilir ama yine de bir terör örgütüdür" dedi. Ayrıca "Türkiye'nin bu gruba karşı meşru savunma hakkını uzun süredir tanıyoruz" diye ekledi.
27 Temmuz'da, İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Kürt yoğunluklu bir şehir olan Sine'yi ziyaretinde ilk kez bir üniversite bünyesinde Kürt dili ve edebiyatı Bölümü açacaklarını ve resmi haber ajansları IRNA'nın da Kürtçe yayına başlayacağını duyurdu. Türkiye'nin yıllar önce attığı adımlara daha yeni başlayan İran'ın Cumhurbaşkanı, konuşmasında "İran Kürdistanı kadar Erbil'in güvenliğini de önemsiyoruz. O yüzden Bıji Kürdistan diyorum" diyerek 'Irak'ta son sözü biz söyleriz' göndermesinde bulundu.
Yine aynı gün Esed, Suriye Ordusu'nun asker bulma sıkıntısı yaşadığını açıkladı ve bazı bölgelerden geri çekildiğini ilan etti.
Aynı gün Al Ahrar'da çıkan röportajında PYD lideri Salih Müslim, "Gerekli şartlar oluştuğu takdirde" Suriye Ordusu'nun Rojava'ya dönebileceğini ve bu durumda YPG'nin de orduya bağlanacağını, bunun Rojava devriminin bir parçası olduğunu açıkladı.
Yine aynı gün, Esed'in kendileriyle birlikte savaştığını gizlemediği Hizbullah lideri Nasrallah, Türkiye'nin DAEŞ'i desteklediği yalanını sürdürdüğü konuşmasında, PKK ve DHKP-C'ye 'özgürlük savaşçıları' diyerek övgüler düzdü. Şii Bedir Tugayları Komutanı Hadi Amiri de benzer açıklamalarda bulundu.
Türkiye'nin askerî mücadelesini artırarak DAEŞ'i bombalamaya başlamasıyla bölge dengeleri değişti. ABD, YPG'yi bölgedeki 'kara gücü' olarak nitelemesine rağmen, Türkiye ile de ilişkilerini kopartmadan PKK'ya karşı meşru savunma hakkının kullanıldığı tezini sahiplendi.
Şimdi de sınırımızdaki DAEŞ'i püskürtmek için koalisyon bombardımanıyla DAEŞ'in geri çekilip yerini muhaliflerin dolduracağı bir 'güvenli bölge' planının gerçekleştirilmesi bekleniyor. Elbette aynı ABD'nin PKK'ya silah yardımlarını da, Türkiye'yi DAEŞ'le ilişkilendiren yayınlardaki rolünü de unutmamak ve temkinli hareket etmek gerekir. Ancak bu bölgedeki işbirliğinin arttığı gerçeğini de değiştirmiyor.
Yeni bir Suriye'nin şimdilik cılız da olsa ayak sesleri duyuluyor, PKK orada nasıl yer alacağını iyi hesap etmeli...