Önümde iki fotoğraf var. Birisi Suruç patlamasında öldürülen 32 vatandaşımızdan Ezgi Sadet'in, diğeri patlama sonrası 'intikam' duygusuyla öldürülen uzman onbaşı Müsellim Ünal'ın. İkisi de masum, ikisi de genç, ikisi de ölüp öldürmekten farklı dünyaların hayalini kurarlarken yakalandılar bu vahşet ağına.
20 Temmuz'da 33 gencimizi yitirdik. Ne var ki ağzını açan sorumluluk sahiplerinin çoğu, ölen gençlerden bahis açılıp, daha fazla gencin ölmesi için cümleler kuruldu. Kürtleri idam eden İran'a karşı kendini feshedip silah bıra- kan PJAK/ PKK, çözüm sürecini yürüten, hâlen barış çağrısı yapan hükümete karşı Kürt gençlerini "ya gerillaya katılmaya ya da kendi özsavunmasını kurmaya" çağırdı. 'Yazıktır, günahtır' demek bile DAEŞ'çiliğimize delil, onlara göre...
Gerçi Cemil Bayık, Suruç saldırısı olmadan bir gün önce, Türkiye'yle savaşmayı kafaya koyduklarını halkı silahlanmaya çağırarak göstermişti. Demirtaş'ın Cumhurbaşkanlığı makamına, yani yönetmeye aday olduğu, meclisinde 80 HDP'li vekili, belediyelerinde 102 HDP'li başkanı olan Türkiye'den 'sömürgeci güç' olarak bahseden Bayık şunları söylemişti:
"Halkımız meşru savunma örgütlenmesini ve bilincini de geliştirmeli. Bu sadece askeri güçlerin büyütülmesi temelinde değil, halk olarak meşru savunmasını geliştirmeli. Tüm halkımız silah almalı, bu temelde kendini eğitmeli ve örgütlemeli. DAIŞ ve sömürgeci tüm güçlerin her türlü saldırısına karşı köylerde, kentlerde, mahallelerde yer altı sistemi, tüneller, mevzi sistemi geliştirmeli."
HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın, saldırının hemen ertesinde, yukarıdaki sözlerin üzerinden 24 saat geçmemişken, "En önemli konu, artık halkımız kendi güvenliğini almak durumunda. Tüm il ve ilçe teşkilatlarımız kendi güvenlik tedbirlerini almalıdır" demesi bu bağlamdan ayrı okunmadı. Şırnak'ta askerin aracı yakıldı, dindar kimliğiyle bilinen bazı Kürtlerin dükkânları ateşe verildi, İstanbul'da iki ayrı noktada polise saldırıldı, iki İETT şoförü rehin alındı, Kalaşnikoflu 'barışseverler' sokaklarda arzı endam etti.
CHP de, HDP gibi sadece Ak Parti'yi suçlayan bir dil benimsedi. Kılıçdaroğlu 'terörü besleyenler' diyerek, Ak Parti'yi PKK ağzıyla suçladı. CHP'li vekil Mahmut Tanal Öcalan posterleri altındaki 'barış yürüyüşü'ne katıldı. CHP'li vekil Eren Erdem, 'kaçak saray delisinin silahlarıyla beslenen örgüt' diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hedef aldı. Erdem, ses kaydında söylediği "Ben sana diyorum ki ben İran'a gideceğim, heyet götüreceğim diyorum. Ben turist rehberi miyim, kim kime heyet götürür, ben niye heyet götüreyim?" cümlelerinde olduğu gibi sıradan bir turist rehberi olmadığını kanıtladı! Velhasıl kargaşa ortamından istifade, Ak Parti'yi CHP ile koalisyona ittirmeye çalışanların görmezden geleceği açıklamalar arka arkaya geldi.
MHP ise, saldırıda ölenlerden "Kobani sevdalıları/ Kobaniciler" diye bahsedip, sosyolojik gerçekliği görmezden gelmeye devam etti. MHP'nin açıklamasındaki bu saldırıyla beraber Türkiye'nin, Libya ve Suriye'de olduğu gibi bir girdabın içine çekilmeye çalışıldığı tespitini çok doğru bulmakla birlikte, o devletlerin bu girdaba tam da herkesin MHP, CHP ve HDP gibi ülke sosyolojisinin bir yanına tutunmasından ötürü olduğunu gözden kaçırmamasını dilerdim.
Yani tüm partilerin, katliamdan 'kendine ekmek çıkarmaya çalıştığı' bir vasatta, Ak Parti, Davutoğlu'nun 'ortak deklarasyon' çağrısından anlaşılacağı üzere, partileri teröre karşı net duruş sergilemeye çağırdı. Bu, en başta HDP'ye 'siyasetin içinde ve meşru alanda kal' davetiydi. Fakat karşılıksız kaldı.
Aynı Reyhanlı saldırısında olduğu gibi Suruç'taki saldırıyla da Türkiye, şartlarını kendi koymadığı bir savaşta öncü birlik haline getirilmek isteniyor. Eğer biz birbirimizi yemeyi bırakıp birlikte hareket etmezsek ayağa kalkamayacak, hep birlikte diz çökerek yaşamaya razı olacağız.
Başımız sağ olsun!