Dinin alanı ile bilim ve teknolojinin alanını bazen karıştırıyoruz. Din ve vahiy hakkında yeterli bilgi sahibi olmayan bazı kişiler, kutsal kitaplarda matematik, astronomi ve müspet bilimlerle ilgili naslar ararlar. Onlara göre din, mesela dinozorlardan bahsetmiyorsa veya tarihi şahsiyetlerin tümü hakkında kronolojik bilgi vermiyorsa ortada bir eksiklik vardır. Din ile tarih, coğrafya, matematik ve diğer ilim dalları arasında noktasal bir ilgi bekliyorlar. Bu kişiler ne dini tam anlayabiliyorlar ne de bilimin ne istediğini. Ortada bir kaos ve karışıklığın olduğu yadsınamaz. O halde dinin kapsamını hızlıca hatırlayalım.
Din, Allah'ı tanıtır. Yaradılışın payesini anlatır. İnsanı tanımlar. İyi ve kötüyü tanımlar. Erdemi tarif eder. Hangi davranışların meşru ve kabul edilebilir, hangilerinin sorunlu olduğunu listeler. Kısacası insana hedef verir. Yaşansın diye yaratılan evreni manevi virüslerden arındırmaya çağırır.
Bilim ise insana yaratılmış olan evrende yaşam kolaylığı ve konforu sunar. Eşyayı daha yakın tanıtır. Dinin alanına girmez, daha doğrusu oradan sorumlu tutulmaz. Bilimsel her çalışma, hayata sunulmuş bir hediye gibidir. Güncel bir örnekle tanımlayalım. İki yıl önce Kovid-19 virüsü çıktı. İnsanları hâlâ meşgul ediyor. Şimdi kalkar da virüsün tedavisini kutsal metinlerde ararsak yanılırız. Virüsün tedavisini elbette bilimden isteriz. Zira bu bilimin konusudur.
Burada insan unsuru, dinin ilgi alanına girer. Virüsle ilgili sıralanan korunma yöntemleri, insanlara bulaştırmama hassasiyeti, insana zarar verecek hareketlerden korunma gerekliliği dinin -vahyin- alanına girer. Burada kul hakkının devrede olduğunu herhalde hepimiz biliyoruz. Son zamanlarda bazı yayın organlarında Tevrat, İncil veya Kur'an'ı neredeyse otomobil motorundan niye bahsetmiyor veya tarihin şu dönemi hakkında neden bilgi vermiyor gibi akılsızca ve aptalca sorgulamaya başlayan hilkat ucubeleri çıkabiliyor.
Kutsal metinler tıp, tarih, astronomi, matematik, kimya, teknoloji veya ilgili bilimlerle uğraşmaz. Belki zaman zaman dar hacimde, gerekli görülen hallerde bazı temaslarda bulunur. Bunu kendilerine "bilim adamı" diyenlerin anlamaması, dinden bekleneni bilimden, bilimden bekleneni dinden bekleme garipliğine girmeleri gerçekten hayal kırıklığıdır. Dinin asıl hedefi insandır. Onu olgunlaştırmaktır.
TAŞIYICI ANNELİK DİNEN SAKINCALI MI?
Evli bir çift doğal yoldan çocuk sahibi olamıyorsa, evlilik devam ederken aşılama -tüp bebek, suni tohumlama- yoluyla çocuk sahibi olabilir. Evli bir çiftten alınan sperm ve yumurtanın döllendirilip eşe nakli dinen sakıncalı değildir. Ancak gerekçe ne olursa olsun evli bir çiftten alınan sperm ve yumurtanın dışarıda döllendirildikten sonra üçüncü bir kişiye aşılanması dinen caiz olmaz. Taşıyıcı annelik hem nesep karışıklığı, hem ileride meydana gelecek psikolojik, sosyolojik birçok sakıncadan dolayı uygun görülmemiştir. Bir annenin yumurtasından döllenmiş ancak başka bir kadının rahminde gelişmiş olan bir doğumun ileride ciddi psikolojik travmalar oluşturacağını herkes görebilir. Normal şartlarda evlat sahibi olamayan çiftlerin çocuk sahibi olmaları için tedavi olmalarında dinen hiçbir engel yoktur.
Günümüzde tasavvuf adına konuşan bazı cahilleri görebiliyoruz. Bu konuda ne dersiniz?
Öncelikle tasavvufun, İslam'ın zühd ve takva yönünü yansıttığını söyleyebiliriz. Eski mutasavvıfların birçoğu âlim kişilerdi. İslam'ın temel kaynaklarına inebilecek, Kur'an ve sünnet hususunda belli bir ilmi derinliğe sahip, tasavvufi bütün incelikleri Kur'an ve sünnet ölçeğinde değerlendirebilecek kapasiteye ulaşmışlardı. Günümüzde de gerçek tasavvuf erbabı yanında birçok cahilin tasavvuf adına etrafına topladığı saf insanları nasıl yanılttığına şahit olabiliyoruz. Görüntüleriyle saygı duyulan bir İslami kisve içindeki birçok kişinin dedikodu, boş söz ve cahilce sohbetlerle insanları meşgul ettiklerine tanıklık ediyoruz. Saatlerce süren sohbetlerinde Kur 'ani, nebevi, fıkhi, itikadi hiçbir derinliğin bulunmadığı bu tür sahtekârlara karşı dikkatli olmalıyız. Daha önce belirttiğim gibi bu tür insanların yanında son derece iyi niyetli, ilim sahibi ve fazilet erbabı olan insanlar da hayli çoktur. Boş konuşan, dedikodu yapan, insanlarla uğraşan, etrafına topladıkları insanlardan maddi menfaat devşiren, dini ilimlerle ilgisi olmayan kişilerin dini görüntülerine hiç aldanmadan onlardan uzaklaşmak gerekir. Bilin ki bunlar dinin başına beladırlar.
İmam-ı Rabbani'nin bahsettiği misal âlemi nedir?
İmam-ı Rabbani, "Yaratılmış âlem üçe ayrılır" der. Ruhlar âlemi, bedenler âlemi ve misal âlemi (yani manaların vücut halinde görüldüğü âlem). Misal âlemi, ona göre diğer iki âlem arasındaki ara bir formu temsil eder. Misal âlemindeki tezahürlerin bir hakikati vardır. Mesela, Hz. Âdem'den önce var olduğu sayılan âdemler, Hz. Âdem'in ruhunun o âlemde tezahürüdür. Meleklerin dünya hayatına bir bedene bürünüp görünmesi de bu misal âlemine bir örnektir. Dehlevi gibi âlimler; mezarda insana görünen namaz, oruç gibi ibadetlerin büründüğü sureti de misal âlemine örnek sayarlar. Hz. İbrahim'e, Hz. Lut'a, Hz. Meryem'e görünen melekler, Hz. Peygamber'e (SAV) gelen Cebrail, Uhud'da görülen melekler, hep misal âlemine birer işarettir. İmam-ı Rabbani'nin Mektubat'ında bu hususu bulabilirsiniz.
Evladımıza Muhammed ismini koysak ağır gelir mi?
Peygamberimiz kendi adıyla ve diğer peygamberlerin adlarıyla adlanmayı yasaklamamış, bilakis kendi adıyla çocukların isimlendirilmesini istemiştir (Müslim). Hz. Ömer'in halifeliği zamanında çocukların Muhammed ismiyle isimlendirilmesine sıcak bakmadığını biliyoruz. Bunun sebebi ise bu ismi alan bazı yaramaz insanların bahane edilerek Muhammed adına hakaret edilmesiydi. Peygamberimizin adının, yani Muhammed adının o ismi alan kişiye bir sorumluluk yüklediğini düşünen âlimler, kişinin o isme layık olmasına ve ismine hakaret edilecek şeyler yapmamasına dikkat çekmişlerdir. Bu ismin çocuğa ağır geleceği kanaatinin dini bir değeri yoktur. Bilakis o ismin ileride çocuğa kazandıracağı bir manevi hassasiyetten bahsetmek daha doğru olur. Hangi Müslüman, Efendimizin adını almaktan veya evladına vermekten yüksünür ki!
Selamımı almayana nasıl muamele etmeliyim?
Selam sünnettir. Güzel bir tavırdır. Hz. Resulullah (SAV) "Selamı yayın" buyurmuştur. Selam insanlar arasında sıcaklık, samimiyet ve güven hissi uyandırır. Bildiğimiz gibi selam "esenlik" anlamına gelir ve kök itibarıyla İslam ile selam aynı anlama gelirler. Selamınızı verirken selamınızı alabilecek olanlara vermeniz daha isabetli olur. Apaçık bir günah işleyen kişiye o günahı işlerken selam vermek isabetli değildir. Zira o kişi, o esnada selamınızın hakkını veremeyebilir. Maalesef günümüzde selamın ruhunu yitirdik. Çoğu kez ancak tanıdığımız insanlara selam veriyoruz ki; Hz. Peygamber (SAV) bunun kıyamet alameti olduğunu haber veriyor. Ahir zamanda insanlar mescide uğrayacak ama orada namaz kılmayacak (sadece gezecekler) ve sadece tanıdıklarına selam vereceklerdir. Bütün bu uyarılar selamın kıymetini bizlere anlatmaktadır. Siz selam verdiğinizde selamınızı almasalar dahi buna tepki göstermeyin, sessizce kendi selamınızı kendiniz alın. Yani "Ve aleyküm selam" deyip devam edin. Herkes selamın kıymetini. Herkesin sorumluluğu kendinedir.
Kaçırdığım vakit namazını kaza etmeli miyim?
Farz namazını kaçırınca vakit kaybetmeden kaza etmeniz gerekir. Hanefiler, Malikiler ve Hanbelilerin görüşü budur. Şafiiler ise kazayı ertelemenin ciddi bir özür varsa caiz olduğunu, yoksa kazanın hemen yerine getirilmesini öngörürler. Ancak kaza yapsanız bile farz olan bir namazı vaktinde kılmadığınız için tövbe etmeniz gerekir. Peygamberimiz (SAV) uyku, unutkanlık gibi hallerde namazı kaçıranın kaza etmesini emretmiştir.
Cimrilik ateşi
Hz. Ömer döneminde Medine'de büyük bir yangın çıktı. Taşlar bile yandı. Hayvanlar helak oldu. Halk yangını söndürmek için su yetiştiremedi. Alevler neredeyse şehrin yarısını sardı. Halk, Halife Hz. Ömer'e koştu, "Yardım et ey halife" demeye başladı. Hz. Ömer halka şöyle dedi: "Bu yangın size bir cezadır. Bu yanan şey sizin cimrilik ateşinizdir. Sizin cimriliğiniz yanıyor. Sebebi sizsiniz. Siz fakirlerin duasını almadan bu yangını söndüremezsiniz. Cömert olun. Yardım edin. Yiyecek, içecek dağıtın." Halk dedi ki: "Biz cömertiz. Yardım da ediyoruz." Hz. Ömer: "Evet, cömertsiniz. Ama siz bir alışkanlık gereği yardım ediyorsunuz. Riya içindesiniz. Gösterişe battınız. Alışkanlık gereği değil, Allah için yardım edin. Sırf O'nun rızası için. Her şeyde O'nun rızasını gözetin." (Mevlânâ, Mesnevi)
Bir hikmet
Her şeyin kâmili vardır. Dikkat et! Köpeğin kâmili bile vardır. O da Ashab-ı Kehf'e yoldaş oluyor.