Gençlerimiz sosyal medya ve internet çağının başlamasıyla yaygın ve kapsamlı bir dejenerasyonla muhatap olmaya başladılar. Belli merkezler gençleri inancından, tarihinden ve ailesinden koparmak için projeler geliştirdiler. İnançsızlığa ve inkara sevk edebildikleri gençleri istismar etmek, kullanmak ve amaçlarına hizmet ettirmek çok daha kolay olacaktı zira.
Önce Anadolu irfanını oluşturan tasavvuf ve mezheplere yönelik karalamalara başladılar. Bu müesseseler içinde çıkan ahlaksızlıklar bu projeye harç oldu. Bu tür ne olduğu belli olmayan sefihleri makul veya hoş görmenin mümkün olmadığını söylemeye gerek var mı?
Sonra kademe kademe önce Kuran'ın yorumu ve uygulama alanı olan hadisleri karalamaya başladılar. Arkasından Hz. Peygamber'i (s.a.v.) itibarsızlaştırma noktasına geldiler. Bu kademe kademe uygulamaya konulan bir saptırma faaliyetidir. Yeri geldi Kuran'a çağırdılar, Kuran'a inanmıyor olmalarına rağmen. Zira gayeleri gençlerin aklında Kuran ve Hz. Peygamber'i (s.a.v.) iki farklı obje gibi sunmak hedefi vardı. Bunda da kısmen başarılı oldular. Bundan sonraki hamle belli. Zaten izlerini okumaya başladık. Kuran'ın tarihsel olduğunu, bazı ayetlerinden vazgeçmemiz gerektiğini söylemeye başladılar. Yani şimdi hedefte ilahi kitabımız var. Hz. Peygamberden (s.a.v.), hadislerden, sahabeden, uygulamadan ilk dönem hukukçularından -mezhep alimlerindensoyutlanmış bir vahiyle daha rahat uğraşacaklarına inanıyorlar.
Peki bu hamlenin daha sonraki aşaması nedir? Allah'ı, ahireti, imanı sorgulamak ve inkara sevk etmek. Her şey ayan-beyan ortada.
Bazı ilahiyatçılar bunu biliyordu. Bazıları da yeni yeni uyanmaya başladı. Gençlerin imansızlık anaforuna itilmesinin nasıl bir fatura çıkaracağını bir kısmı görmeye başladı. Bir kısmının, özellikle hadis inkarcılarının burada günahı çoktur.
Beyler! Hz. Muhammed'i (s.a.v.) doğru tanıtıp sevdirmedikçe; Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim'i Hz. Muhammed'in (s.a.v.) anlayıp bize aktardığı gibi aktarmadıkça, sahih hadisleri hayatımıza uygulama dersleri gibi sunmadıkça, gerçek manadaki tasavvuf alimlerini ve mezhep ulemasını kendimize rehber edinmedikçe, batıl ve hurafeden ve aynı zamanda içi boşaltılmış felsefi cehaletin anaforundan kurtulmadıkça hiçbir sonuç alamayız.
Burada Milli Eğitim, Diyanet, İmam Hatipler, İlahiyatlar, iyi niyetli ve İslam'ı tebliğe odaklı sivil kuruluşlar bir araya gelip yeni bir yol haritası sunmadıkça sonuç alamayız. Öğrenci ve gençleri 50-60 saçma sapan sorularla avlamaya ve iblise kurban etmeye devam edecekler.
Ben gençleri çok seviyor ve onlara güveniyorum. Zira her gün sokaktayım. Ve kulağında küpesiyle, farklı giyim tarzıyla, kollarında dövmeleriyle görünen gençlerin yolumu kesip beraber fotoğraf çektirdiklerini, ellerindeki sigarayı edeben -saklamayaçalıştıklarını görüyorum. Biliyorum.
Bir ilimizdeki bir sokaktan hayretler içinde geçtim. Meğer o sokak genç kız ve erkeklerin daha yoğun geldikleri bir yermiş ve dışarıda, içeride doğrusu Avrupa'nın herhangi bir merkezindeki görüntüyü aksettiriyordu. Dışarıda dört genç kızımız bira içiyorlardı. Yüzümüzde maske vardı. Beni tanıdılar ve dördü birden biralarını sakladılar. Mahcup bir gülümseme ile "Hocamız geçiyor çocuklar" dediklerini işittim. Daha var. Edep, saygı elbet var. Ama oradakiler de bu ülkenin evlatları, çocukları. Onları yok saymak yerine var kabul edip, öyle hareket etmek lazım. Ve o gençlerimizi asli karakterine yönlendirecek bir yol takip etmeliyiz. Yoksa gelecekte köprü altlarında vücuduna zehir enjekte eden genç bedenlere şahit oluruz.
Son bir soru da bizim dindar geçinip de dini müesseselere, tasavvufa, sivil düzgün kuruluşlara saldırıp, her gün, her gece gençleri başka yerlere savurmaya çalışanlara olacak.
Gençler İmam Hatip, Kuran Kursu, samimi dindarların olduğu dürüst, düzgün dernekler yerine buralarda mı takılsınlar?
Özellikle TV'lerde din üzerine konuşan ve geçmişinde dini hassasiyetle tanıdığımız kalem ve kelam erbabının, bu tuzağa düşmemesi lazım. Zira kötü ve çirkin örnekleri bahane edip dini müesseseler topyekûn karalamaya başlarsak işin nerede duracağı belli değil. Dilerim gençlerimiz Kuran'ın, peygamberin, vicdanın, aklın, edep ve adabın, hakkaniyetin doğrultusunda kendilerine bir yol ve metot oluştururlar. Din adına yanlışlık yapan -ki her şey adına yanlışlık yapılabiliyor- kişilere bakıp da kendilerini sonu hüsranla bitecek yalancı cennete çağıran şer odaklarının oyununa gelmezler.
Bu anlamda meslektaşlarıma şunu hatırlatmak isterim: Biz ilahiyatçıların problem, sorun pompalayan konumda olmamız mesleğimizi doğru icra etmemek anlamına gelir. Kafa karıştıran değil, iyi insan, temiz ve inançlı insan, ahlaklı ve adilane insan oluşturacak bir formda dini anlatmamız gerekir. İnsanları umutsuzluğa sürükleyen, inanç kodlarını yaralayan bir gayret bizi iki âlemde de perişan eder. Zira ahirette ve insanoğlunun vicdanında duruşumuz, yaptıklarımız sorgulanacak. En önemlisi ahirette niyetlerimiz de sorgulanacak.
Sivrisinek kanadı kadar
Abdülkadir Geylani kendi döneminde yaşayan ve hareketleriyle nifak içinde olanlara şöyle seslenirdi: "Her tarafın iftira! Her şeyin nifak! Zarar yok, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar dahi değerin yok ya! Cehennemin en aşağı derecesinde münafıklarla berabersin. Sözlerimden kaçıyorsun. Çünkü münafıksın." (Abdülkadir Geylani)
Ey tövbeyi terk eden
Ey tövbe ve tefekkürü terk eden! Sen ziyanlardasın da haberin yok. Kazançlı değil, zararlısın. Eyvahlar olsun sana! Sermayen olan ömrün tükendi de haberin yok. Bütün kazancın süs. Müminlerin kazancı ise cevher gibi kârlı. Onlar sonunda karşılıklarını alacaklar. Sen de karşılığını alacaksın. Pişman olacaksın. Hesaba çekilmeden kendini hesaba çek. Ölçüye çekilmeden önce kendini ölç. (Abdülkadir Geylani)
Eşler birbirlerine 'canım', 'aşkım' diye hitap edebilir mi?
Eşlerin birbirlerine muhabbet duyması ne kadar da güzel. Zaten evlilikten beklenen de bu değil mi? Ancak bizim aile yapımızda, geleneklerimizde ölçülü olmak hep tavsiye edilmiştir. Birbirlerine aile içinde istedikleri şekilde hitap edebilirler. Ancak büyük kalabalıklarda, uygun olmayan yerlerde hitabımızı yaparken ölçülü olmakta fayda vardır.
Bir TV programında eşlerin yarışmada birbirlerini teşvik ederken ne kadar rahatsız edici cümleler kullandıklarını unutmuş değiliz. Ki bu cümleleri buraya almaktan bile utanıyorum. Hatta örnekleme babında bile olsa aktarmıyorum. Yoksa karı-kocanın birbirlerine canım, aşkım demelerinde dini açıdan bir engel yoktur.
Regl halinde dişime dolgu yaptırabilir miyim?
Diş tedavisi regli gününüze denk geldiğinde dolgu yaptırmanızda herhangi bir engel yoktur.
Sabah namazına kalkamadım. Sabah saat 10'da kıldım. Sünnetini de kılmam gerekir mi?
Sabah namazını kaçırdınız. Sabah saat 10'da kılacaksınız. Önce iki rekatlık sünneti, sonra da iki rekatlık farzı kaza edersiniz. Ancak öğlenden sonra kılacak olursanız, artık iki rekatlık sünneti kılmazsınız.
Anestezi orucu bozar mı?
Bildiğiniz gibi anestezi ameliyatlarda kullanılan ve sinir (ağrı) yolunu bir müddet için engelleyen bir müdahaledir. Anestezi üç türlü oluyor. Genel, bölgesel ve lokal anestezi olmak üzere.
Ameliyatlarda, ameliyat bölgesine uygulanan sınırlı müdahaleye lokal anestezi denir. Daha geniş bir alana, mesela belden aşağısına uygulanan anesteziye bölgesel, hastanın tamamen uyutulmasına ise genel anestezi deniyor.
Bu tür anesteziler bazen iğne ile ilaç zerk edilerek bazen ise nefes yolu kullanılarak verilmektedir.
Bunlardan nefes yolu ve iğne ile olan anestezi mideye ulaşmamaktadır. Orucu bozmadığı kanaati daha yaygındır. Bölgesel ve genel anestezide sıvı ile damar yolu açılabilmektedir. Bazen de serum takviyesi oluşmakta. Bu durumda oruç bozulur.
Özetle şunu diyebiliriz. Lokal anestezi oruca engel değil. Ancak genel ve bölgesel anestezide oruç bozulur.
Bütün bunlarla beraber, kişi anestezi uygulanırken sıkıntı yaşarsa bu durumda orucunu bozar ve sonra bire bir orucunu tutar.