Hz. Nuh'un (a.s.) kavmi tufan ile yok edildi. Tufan öncesi Yüce Rabbimiz Hz. Nuh'a; "sana inanan aileni koruyacağım" müjdesini vermiştir. Tufan gelince, Hz. Nuh kendisine inananları gemiye bindirdi. Ancak oğullarından birisi gemiye binmedi.
Hz. Nuh (a.s.) sular yükseldikçe oğluna haykırdı. Oğulcağızım! bizimle beraber gemiye bin! Oğlu ise ben dağa çıkar ve dağa sığınırım.
Tufandan kurtulurum dedi. Hz. Nuh'un oğlu gemiye binmedi. Ve bir dalga Hz. Nuh ile oğlunu birbirinden kopardı. Hz. Nuh'un oğlu boğulup helak oldu.
Hz. Nuh oğlunun boğulması karşısında her baba gibi üzüntülü halde; Ya Rabbi ailemi koruyacağına söz vermiştin. Neden oğlumu bağışlamadın dedi.
Yüce Rabbin cevabı çok açıktı: "Ey Nuh! Bu senin oğlun değil. Zira onun sana isyan etmesi, onu senin oğlun olmaktan çıkarmıştır." (Hud Suresi, 45-47) mealinde cevap verdi.
Hz. Nuh bu cevap üzerine özrünü beyan edip şöyle demişti: "Hakkında kesin bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmezsen, bana merhamet etmezsen, her şeyi kaybedenlerden olurum." (Hud Suresi, 47)
Yüce Allah: Hz. Nuh'un öz oğlunu onun evladından saymıyor. Halbuki tufanda boğulan oğlu ondandı. Öz çocuğuydu ama Yüce Allah, o senden değil diyor. Çünkü o vahye inanmadı. O halde neseb, aşiret, ırk kardeşliği değil, 'iman' kardeşliği sizin için geçerlidir demiş oluyor.
Öyleyse; ırk, neseb, aşiret gibi sun'i ve ırka dayalı bir davanın peşinde koşanı Yüce Rabb itibarsız görüyor. Ama Yüce Rabbe ve Peygamberine bağlılıkta bir olanı ise, itibar sahibi kabul ediyor. Irk ve aşiret davasını güdeni ise cahili dönemin tortusu kabul ediyor. Allah'ın yolunda bir olanları ise nesepleri farklı da olsa mümin kabul ediyor. Hud suresinin mesajı budur.