Kuran-ı Kerim bir 'ev sahibi' makamındadır. Diğer peygamberler de 'misafir' hükmündedir. Yüce Rabbimiz peygamberleri, ayetlerle Kuran-ı Kerim'e misafir eder. Onları över. Onlardan bahseder. Onlar hakkındaki yanlış kanaatleri izale etmeye -silmeye- gayret eder.
Hz. Meryem'e özel bir sure ayırması, Hz. Süleyman'ın sihirbaz olmadığını ifade etmesi, Hz. İbrahim'e, Hz. Yusuf'a sure ayırması bu çabanın bir sonucudur. Dikkat edilirse Hz. Peygamber (s.a.v.) hakkındaki ayetler daha vurgulu olmakla beraber mucizeler yerine mesaj ağırlıklı ve ama bir o kadar mütevazı, diğer peygamberlerle ilgili ayetler ise mucize ve kavimleriyle mücadele ağırlıklı anlatıma oturtulmuştur. Sebep de işte budur.
Peygamberlerin onuruna işaret etme ve temiz sicile sahip olduklarını belirlemedir. Kuran-ı Kerim bu hassasiyeti gösterir. Peygamberleri evde konuk etmeye gayret eder.
***
Kuran-ı Kerim evin muhatabı, mihmandarı durumundaki Hz. Peygamber'i (s.a.v.) zaman zaman tanımlar. Abartmadan, usulce, edeple, hak ettiğini vererek, makamına işaret ederek... Sanki Kuran diyor ki, "Ey Muhammed (s.a.v.) sen bu evin muhatabısın. Senin değerin bu kitap kadar yücedir. Seni anlatan, sana inen bu kitaptır. Bütün bu kitabın konusu sensin. Bütün bu kitap seni anlatıyor. Eski kitaplar da seni anlatıyordu. Hz. İsa senden -Ahmet- diye bahsetti. Her peygamber seni işaret etti. Şimdi sen de bu kitapta senden önce inen peygamberleri tanıt. Onları anlat. Onlar misafirindir. Misafire ikram lazım. Ev sahibini hatırlatmaya bile gerek yok zaten. Çünkü her ayet sana indi. Her peygambere ait yücelik sana ayniyle yansımaktadır.
***
Sanki Kuran şöyle der: Ey Muhammed (s.a.v.) Sen, senden önceki peygamberleri doğrulayıcı, onlara yakıştırılmış iftiraları giderici, tahrif edilmiş vahiyleri düzeltici, dünya ve ahiretin nuru, hidayet rehberi, bütün insanlığın ve hatta bütün varlığın Peygamberisin. Kuranı Kerim büyük bir evdir. Bu evin sahibi Allah'tır. Sen de bu evin muhatabısın. Takdimcisi, mihmandarısın. Diğer peygamberler de bu eve konuk edilenlerdir. Onları insanlığa tanıt, oraya konuk et ve bu evden bütün kâinata hitap et. Çünkü senden sonra kimse gelmeyecektir.
Şimdi Kuran-ı Kerim'de Hz. Peygamber'i (s.a.v.) anlatan bazı ayetlere işaret etmeye devam edelim.
1- Ey Peygamber (s.a.v.), biz seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak Allah'ın izni ile O'na çağıran aydınlatıcı bir lamba olarak gönderdik. (Ahzab- 45-46)
Bu ayette Hz. Peygamber'in (s.a.v.) dört özelliği bir çırpıda anlatılır. Şahit, müjdeci, uyarıcı ve aydınlatıcı lamba. Peygamberimiz (s.a.v.) kıyamet günü hem bütün peygamberlere, hem onların ümmetlerine ve hem de bize şahit olacaktır. (Nisa, 41. ayet) O'nun şehadeti, şahitliği Allah tarafından ilan edilmiştir.
2- Biz senin göğsünü açmadık mı? (İnşirah, 1)
Bilindiği gibi Hz. Musa Yüce Allah'tan göğsünü genişletmesini, dilindeki bağı -konuşma zorluğunu- çözmesini ister (Taha, 25). Hz. Peygamber'den (s.a.v.) böyle bir istek gelmemesine rağmen "Biz senin göğsünü açmadık mı" ayeti iner. Ve Resulüllah (s.a.v.) övülür. Anlatılır. Kuran-ı Kerim bütün tevazusuna, Hz. Peygamber'i (s.a.v.) anlatırkenki bütün ilahi dengesine rağmen yine de O'nun yüce makamına işaret etmeden geçmez.
3- Ey Muhammed! Senin hayatına ant olsun ki, onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyor (Hicr, 72).
Yüce Allah peygamberimizin hayatına yemin etmiştir ki hiçbir insana nasip olmamış bir lütuftur bu.
4- Ey Nebi, Ey Resul (Ahzap, 1; Maide, 13)
Yüce Allah hiçbir zaman "Ey Muhammed!" dememiştir. Peygamberimizden bahsederken sürekli onun peygamberliği ön plana çıkarılmıştır. Bu da Peygamberimize verilen büyük itibara en büyük delildir.
Ama diğer peygamberlerden konu açıldığında isimleriyle hitap edilmiştir. Örneğin, Ey Hud (Hud, 53), Ey Musa (A'raf, 138), Ey Meryem oğlu (Maide, 112) gibi.
5- O'na şiir öğretmedik. O'nun sözü kâhin sözü değildir. (Yasin, 69; Hakka, 42)
İnançsızların saldırıları karşısında Yüce Rabbimiz Peygamberini birebir -kendisi üstüne alarak- müdafaa etmiştir. Halbuki diğer peygamberler böyle bir durumda kendilerini müdafaa etmişlerdir. Örneğin, Hz. Nuh'a kavmi "sen dalalettesin" deyince Hz. Nuh "ben dalalette değilim" (A'raf, 67) cevabını vermektedir. Hz. Hud da böyle bir hakarete karşı "ben sefil değilim" cevabını vermiştir.
6- Allah'a ve peygambere itaat edin (Ali İmran, 132, A'raf, 158)
Yüce Allah kendisine itaati yeterli görmemiş, Hz. Peygamber'e itaati de şart koşmuştur. Kelime-i tevhidin ikinci şıkkı olan Hz. Peygamber'e iman ve itaat olmadan Müslümanlığın olamayacağını açıkça ilan etmiştir.
7- Allah ve melekleri peygambere salat eder. Ey müminler siz de peygambere salat ve selam getiriniz." (Ahzab, 56)
Bu öyle bir mertebeydi ki hiçbir beşere böyle bir paye verilmemiştir. Kıyamete kadar Yüce Rabbimiz ve melekler peygamberimize salatta -dua ve övgü- bulunacaklar. Bize de aynı görev veriliyor bu ayetle.
***
En sevgiliye duyulan hasret
Kaç asır geçti. Kaç nesil devrildi. Kaç bahar geldi. Kaç mevsim geçti.
Hz. Resulüllah'a (s.a.v.) duyulan hasret hiç azalmadı. Hiç tükenmedi. Nesilden nesle
O, anlatıldı.
O, konuşuldu.
Zaman
O'na ait hiçbir şeyi eskitmedi. Hiçbir şeyi savurmadı. Taptaze. Dün olduğu gibi. Sanki şurada, sanki yanı başımızda. Sanki soframızda. Başucumuzda.
Ondan sonra gelenler veya
O'nu görmüş olanlar
O'na dair hasretlerini dile getirdiler.
***
Yaman Dede: Bir İstanbul yokuşunda nefeslenir. Yaşlıdır. Yorgundur. Eski bir Hıristiyan, şimdi ise yaman bir mümindir. Nefes nefese bir ağacın dibine çöker. Üniversiteden bir talebesi yanaşır, "hocam nasılsınız" der. Yaman Dede'yi görmüştür. Yardım edecektir hocasına. O şöyle der: "Aklıma Allah'ın Peygamberi düştü. Nefesim tükendi.
O hasretten." Volkan gibi bir iman. Yaman ve çetin bir hasret. Sonra fısıldar:
"Cemalinle ferahnak et ki yandık ya Resulüllah." Güzel cemalini, nur yüzünü bize göstererek sevindir bizi Ey Allah'ın elçisi.
***
Bir başka Yaman da rüyasında ezan sözcüklerini duyarak bugün ezanın ilk müjdesini veren
Hz. Abdullah bin Zeyd'dir. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) vefatından sonra iyice uzlete çekilen bu sahabi bir müddet sonra gözlerini kaybeder. O artık a'ma -görme engelli- bir sahabidir. Dostları ziyaretine giderler. Teselli edeceklerdir. Dil dökerler. Üzüntüsünü azaltmaya çalışırlar.
Hz. Abdullah şöyle der: Ben artık nazlı ceylanları, şarıl şarıl akan suları, yeşil bahçeleri görmesem gam yemem. Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat ettikten sonra dünyaya dair hiçbir arzum kalmadı. O'na bakamayacak bir gözü ne edeyim. Neyleyim o bakışları ki, Hz. Resul'e isabet etmeyecek. Siz beni teselli etmeyin benim tesellim benim yüreğimde zaten.
***
Bir başka yakın
Hz. Enes'tir. Hem de çok yakın. O'na dokunmuş on yıl boyunca.
O'na hizmet etmiş bir sahabi. Efendimizin vefatından sonra da hep
O'nun hasretiyle yanmış. Yakılmış bir sahabi.
Bir gün ecel gelir. Enes (r.a.) çok özlediği peygamberine, dostuna ulaşacak. Müthiş bir sevinç içindedir. Bayrama giden bir çocuk gibidir. Bayramlık elbisesini giyecek heyecanlı bir çocuk sevinciyle kefenine bakar. Dudakları burkulur. Sessizce mırıldanır.
Şu bohçayı açınız. Bohçayı açarlar. Bohçanın içinde bohça vardır. En küçük bohçanın içinde iki veya üç saç teli bulunur. Hz. Enes (r.a.) şöyle der:
"Ben ölünce bu iki veya üç saç telini dilimin altına koyun. Bunlar Hz. Peygamber'in (s.a.v.) saçlarıdır. Rabbim O'nun saçları hürmetine beni iyi karşılayacaktır." Sonra sonsuzluk âlemine doğru akar.
Ve sizler. Sizler de Peygamberinizi özlüyor musunuz?
O'nu göreceğiniz vuslat gününü özlüyor musunuz?
***
Hz. Aişe'nin (ra) okuduğu bir dua
"Allah'ım! Hayrın tamamını: Hem dünyadaki hem de ahiretteki hayrı senden dilerim. Bildiğim ve bilmediğim işlerden de bana hayır gelmesini nasip eyle! Kötülüklerin tümünden bildiğim ve bilmediğim her türlü şerden sana sığınırım. Cenneti ve O'na yaklaştıran söz ve fiilleri senden isterim. Cehennemden ve ona yaklaştıran söz ve fiillerden sana sığınırım. Resulün Hz. Muhammed'in (s.a.v.) senden istediği iyilikleri ben de senden isterim. Benim için takdir ettiğin işlerin sonunu iyi kılmanı yine senden dilerim."