Bu yıl, yaz tatilinizi Karadeniz'de geçireceksiniz. Veya deniz kıyısında.
Bilemedimse belki de Maldiv adalarında, belki de köyünüzde.
Toprağı, doğayı özlediniz ne de olsa. Önümüzdeki
yıl için de planınız şimdiden hazırdır. Daha oğlunuza gelin, kızınıza hayırlı bir damat ve belki de kendinize iyi yatırımlar düşünüyorsunuzdur.
Dini hassasiyetiniz varsa kendinize en yakın arkadaş grubu içindesinizdir. Veya bir cemaat içinde gayret ediyorsunuzdur.
Böyle bir hassasiyetiniz yoksa belki de meşrebinize en yakın dostlarla berabersinizdir.
Hedefleriniz, endişeleriniz, korkularınız, beklentileriniz, planlarınız, yatırımlarınız, özetle daha geçirecek bir sürü hayatınız var.
Ama bir gün aniden, belki hiç beklenmedik bir anda, belki en yoğun olduğunuz bir demde haberci gelir. Hiçbir mazeretinizi dinlemeden sizi alıp belki sizce meçhul, ama bilenlerce malum bir âleme doğru götürür.
Denir ki Hz. Davud'a ölüm meleği geldiğinde Hz. Davud (a.s.) minberin üzerindeydi. Bir basamak indi. Bir basamak daha inmek istediğinde ölüm meleği buraya kadar dedi. Ve o haldeyken ruhunu emanet aldı.
İnsan ruhu ölünce geldiği yere, yani yücelere doğru çıkar, sonra berzaha döner ve kıyamete kadar bekler. Vücut ise geldiği yere, yani toprağa döner. Mezarda ruhla vücut arasındaki irtibat kıyamete kadar devam eder.
Vücut çürüse de.
Mezarda imanınızdan, samimiyetinizden sorgulanacaksınız.
Makamınızın, rütbenizin, soyunuzun, ırkınızın, mezhebinizin, cemaatinizin, arkadaş grubunuzun, hassasiyetlerinizin, dilinizin, orada hiç mi hiç kıymeti yoktur. Bırakınız size fayda sağlamasını belki başınıza bela bile olabilecektir. Bu konulardaki gereksiz ve yanlış tutkularınız ahirette yakanızdan düşmeyecek belki de.
Orada geçerli akçe; Allah'a imanınız, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) aidiyetiniz, Kuran-ı Kerim'i kabulünüz, kıbleyi bilmeniz ve iman edilmesi gereken sorumluluklarınızdır.
Soruların cevabını, hesabınızı siz vereceksiniz. Sizin yerinize dostunuz, hocanız, üstadınız, oğlunuz, babanız, amiriniz, cami imamınız, ilim sahibi olan dedeleriniz veya başkası değil sadece siz vereceksiniz. Orada vekalet kabul edilmez. Orada adınıza ifade verecek, savunma yapacak avukata da geçit yoktur. Siz, imanınız ve ameliniz. Orada baş başasınız.
Orada savcı da yok, hâkim de. Rabbin emrinden başka hiçbir şeyin esamisi okunmaz.
Zulmetmişseniz, mağdur etmişseniz, hak yemişseniz, adam kayırmışsanız, insanların ayıbını araştırmışsanız, elindekini almışsanız, eziyet etmişseniz, insanları kullanmışsanız, insanları üzmüşseniz, harf harf sorgulanacaksınız.
Hiçbir mazeret sizi kurtaramayacaktır.
Ne sizi yoldan çıkaran arkadaşınız, ne size talimat veren amiriniz, ne size yanlış fetva veren hocanız ne de başkası. Ne bugün sizi alkışlayanlar. Ve ne de başkası.
Hiç kimse sizi kurtaramayacaktır.
Sizi yanlışlığa itenlerin sorgusu da ayrı olacak. O gün kimse, ama hiç kimse Allah'tan kaçamayacak. Sıvışamayacak.
Kurtulamayacak.
Sevenler ve dost olanlar o gün birbirlerine düşman kesilecekler.
Takva sahipleri hariç. O öylesine çetin bir gündür ki, baba evladından; evlat babasından kaçacaktır.
Veyl olsun insana ki, o günün dehşetini bilmeden, bu dünyada boş yaşadı, nefsinin ve nefesinin peşi sıra koşuşturdu. Veyl olsun bugün insanları hor görenlere, insanların gıybetini yapanlara, tuzak kuranlara, alay edenlere.
Zulmedenler. İnsanların hayat hakkı, onuru ve şerefi üzerinde pazarlık yapanlara. İmanı ve sadakati küçük görenlere. Kendilerini dokunulmaz, başkalarını parya görenlere. Dünyayı parmaklarıyla idare ettiklerine inananlara.
O gün binlerce yazık olacak.
Dönmek isteyecekler, dönemeyecekler.
Tövbe etmek isteyecekler, tövbe kapısı kapandı denilecek.
Peki öyleyse sorayım, O güne hazır mısınız? Siz hazır değilseniz, bilin ki, hazırlığınız yapılıyor.
Bu yazdıklarımın çerçevesinde kendinizi de teraziye koyup samimiyetle düşünün. Yüce Allah'la karşılaşmaya hazır mısınız?
Rabbim bizleri o çetin günde, mahşer âleminde engin rahmetinden ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ve Kuran'ın şefaatinden mahrum etmesin.
Cehennemden en son çıkacak insan!
Hz. Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarıyla otururken şöyle buyurdu: Ben size cehennemden en son çıkacak kişiyi anlatayım. Bu kişi cehennemden çıkar. Yürür. Bir ara tökezler.
Ateş onu şöyle bir yalar. Adam cehennemi geçince döner ve bakar. Beni senden kurtaran Allah'ın şanı yücedir. Rabbim bana hiçbir kula vermediğin en büyük nimeti verdin, der. Önüne
bir ağaç çıkar. Kendi kendine şöyle der: Ya Rabbi! Beni şu ağaca yanaştır da dibinde gölgeleneyim. Altındaki pınardan içeyim.
Yüce Allah da; Ey Ademoğlu, bunu sana verirsem sen daha fazlasını isteyeceksin buyurur.
Kul der ki; Hayır Rabbim. Ben daha fazlasını istemeyeceğim. Buna söz veriyorum.
Allah onu mazur görür. Çünkü bu kişi dayanamayacağı bir nimet gördü. Adam ağaca yaklaşır. Gölgesinde dinlenir. Ve suyundan içer.
Sonra ona daha güzel bir ağaç gösterilir.
Dayanamaz. Ya Rabbi bana bunu nasip et der. Yüce Allah der ki: Hani fazlasını istemeyecektin.
Bana söz vermiştin!
Adam der ki; Vallahi daha fazlasını istemeyeceğim.
Adam oraya yanaşır. Derken adamın önüne daha güzel ve geniş gölgeli ağaçlar çıkarır. Adam bunları da ister.
Sonunda (olacakları zaten bilen) Yüce Allah şöyle buyurur: Sen buna da razı olmayacaksın.
İyisi mi sen cennete gir. Sana dünyanın on misli büyüklüğünde bir yer vereceğim.
Yeter mi?
Kişi şaşırır ve der ki; Ya Rabbi benimle alay mı ediyorsun. Allah hayır, onu sana vereceğim buyurur. Ve Yüce Allah (c.c.) buna cennette on dünya büyüklüğünde yer verir.
Sahabe diyor ki: Hz. Peygamber'i (s.a.v.) seyrediyorduk. Adamın bu halini anlatırken, mübarek dişleri görünecek kadar gülümsedi.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) anlattığı ve sahihi Müslim'de rivayet edilen bu hadis, insanoğlunun doymaz aç gözlülüğünü göz önüne seriyor. İnsan, ahirette de bu hastalığından vazgeçmeyecek demek ki. Hatta cehennemi görse bile, cehennemden çıksa bile. Yine bu hadiste Yüce Rabbin engin affını da görme şansını yakalıyoruz.
'Hoca camide'
Dikkat etmeden mi bu cümleyi kullanıyoruz yoksa çok dikkat ederek mi senaryoya serpiştiriyoruz bilmiyorum. Bu sözü bir örnek olsun diye köşeme taşıyacağım ki, bunun benzeri sözlerin dikkatimizden kaçmadığı bilinsin.
Sizler de, her gün izlediğiniz TV dizilerinde bunun onlarca örneğine rastlayabiliyorsunuz.
Bir televizyon dizisinde sık sık kullanılıyor.
Tesadüfen dikkatimi çekti. Okulda geçen bir dizi.
Öğrenciler ve öğretmenler var bu dizide.
Özellikle bir kadın öğretmen, kendisine 'hocam' diyen öğrencileri paylıyor. Hakaret eder gibi, küçümseyerek, dışlayarak öğrencisine haykırıyor: "Hoca camide."
Öğretmenin senaryo gereği hocaya benzetilmesinden müthiş rahatsız olduğu belli.
Öyle ya; hoca camide olmalı, camiye hapsolmalı, sosyal hayattan çıkmalı. Yıllarca ötede kalması gereken bu saygısız bakış, hâlâ yerinde sayıyor. Öğrenci "hocam" derken öyle sıcak öyle içten sesleniyor ki. Öğrenci hiçbir hinlik düşünmüyor. Ama o farklı düşünüyor.
Hocaya öğretmenim, öğretmene hocam demişsin ne çıkar. Toplum bu iki mesleği de içselleştirmiş. İkisini de sevmiş. Hocam diyor öğretmenine sevdiği için, değer verdiği için. Yüceltiyor bu ifadeyle öğretmenini.
Ama ötekisi rahatsız oluyor. Bilimle -dinin yakınlığından! Sürekli ayrıştırma, sürekli gerginlik, sürekli ayrı- gayrı görme. Hoca camide! Bu bağnazlıktan ne zaman kurtulacağız?
Halbuki her öğretmen hoca, her hoca da öğretmendir. İkisi de saygın. İkisi de şerefli iş yapıyor. Biri bilimle, ötekisi dinle aydınlatıyor.
Saldırganca, kızgınlıkla ifade edilmiş, itici, horlayıcı, dışlayıcı cümle bir program boyunca en azından 3-4 kez hatırlatılıyor:
"Hoca Camide!"
Bir hadis
Hz. Peygamber (s.a.v.) iki oğlu arasında, onlara dayanarak yürüyen bir yaşlı zata rastladı. Bu adamın nesi var diye sordu. O zatın oğulları da: Ya Resulallah! "Babamız, Kâbe'ye kadar yürüyerek gitmeyi adamıştı" dediler.
Peygamberimiz (s.a.v.): "Ey ihtiyar, hayvana bin. Allah'ın, sana ve nefsini sıkıntıya sokarak yaptığın adağa ihtiyacı yoktur" buyurdu. (Müslim, Nezr, 10)
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) birlik duası
Bezzar'ın Hz. Büreyde'den ilettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle dua etti: "
Allah'ım! Aramızı bul. Bizi barıştır.
Kalplerimizi birbiriyle kaynaştır.
Bize kurtuluş yolu göster. Bizi karanlıktan aydınlığa çıkar. Açık ve gizli günahlardan uzaklaştır. Bize işitmemizde, görmemizde, gönüllerimizde, ruhlarımızda ve nesillerimizde bereket var.
Tövbelerimizi kabul et. Sen tövbeleri kabul edensin. Ya Rabbi, nimetini bizlere daim kıl."
NOT: Perşembe akşamları saat 00.30'da ve cuma sabahları saat 08.30'da ATV'de canlı yayınlarımız devam ediyor. Hafta içinde sorularınızı www.nihathatipoglu. com isimli internet sitemize gönderebilirsiniz.