Merhamet ve af duygularımız zayıfladı. Birbirimizin iyi değil, kötü taraflarını aklımızda tutuyoruz.
Adam diyelim ki, 100 hastane, 50 okul, 20 cami yapsa, 200 talebeyi okutsa ve ama bir gün bakkaldan elma çalarken yakalansa, adamın hanesine "elma çalan adam" diye not düşeceğiz. Adam mahkemece beraat etti diyelim ve sonra diyelim ki adam öldü. Gazetelerde ve TV kanallarında "elma çalan falanca" öldü sözüne engel olamazsınız. Bu nasıl bir hafızadır anlamak mümkün değil. Kötüyü unutmayan ve ama iyiliği unutan hafıza!
Bütün hayata kirli pencereden bakıyoruz. Mahkeme affetse, Yüce Rabbimiz affetse bile biz bir türlü affetmiyoruz. Bir düşse de, biz de tekme atsak diyoruz. İnsanda bu kin olmamalı. Bu kin, Hz. Adem oğullarına düşman olan şeytana yakışan bir kindir.
Başarıyı kıskanıyoruz. İyi niyet aramıyoruz. Herkesin, her sözünde bit yeniği arıyoruz. Doymuyoruz. Çok doyana da kızıyoruz. Ama diğer yandan da doymayana yemek taşıyoruz.
Elbette Yüce Rabbimiz bu halden razı olmaz ve elbette kulunu gözetir.
Hesabına yazar. Zamanı gelince de defteri açar. Keşke Yüce Allah'ın açacağı defter korkusuyla değil de, vicdan ve insan onuru endişesiyle hareket etseydik. Keşke affeden, keşke merhamet eden, keşke günah ve kusurları örten, keşke düşeni kaldıran, keşke.. keşke.. olsaydık.
Hz. Resul (s.a.v.) ne kadar güzel özetliyor bu halimizi: "Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin. Merhamet etmezseniz, merhamet göremezsiniz."
Bu manzaraya baktığınızda anlıyorsunuz ki gök, bazı insanlara hiç rahmet bakışıyla bakmayacak.