Hz. Peygamber (sav) on yılda Medine'de güçlü bir kardeşlik tesis etti. İlk iki halifesi döneminde de bu kardeşlik devam etti. Birlik bozulmadı. Bu binanın kurulmasındaki en güçlü unsur hiç şüphe yok ki inen Kur'an ayetleriydi. Toplumu vahiy düzeltti, Hz. Peygamber (sav) idare etti.
İlk iki halifeden sonra birlik zedelendi. Çünkü yabancı unsurlar - yeni müslümanlar - Medine'de ve diğer şehirlerde temiz yapıyı bulandırdılar. Safiyeti bozdular. Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra da bir türlü esenlik gelmedi. İç çatışmalar, kaos ve fitne vahyin kurduğu birliği bozdu.
Peki Hz. Peygamber (sav) bu yapıyı nasıl sağladı? Daha doğrusu bir ülkenin halkının İslam beldesinin iyi olması yetiyor mu? Dışardan fitne gelmiyorsa, kirli eller fitneyi tetiklemiyorsa evet. Ama orada başka şerler varsa o zaman tedbir de farklılaşır.
Ensar - Muhacir birlikteliği
Mekkeliler ve Medineliler farklı iki halktı. Adetleri, gelenekleri, yapıları hayli farklıydı. Hz. Peygamber bu iki kavmin farklılığını arada 'ailesel bağlar' kurarark aştı. Kardeş aileler oluşturdu. Her Medineli'ye bir Mekke'li arkadaş, Mekke'li aile götürdü.
Mekkeliler bu 'kardeş aile' yapısına ihanet etmediler. Medineliler de kardeşlerinden bir şey esirgemediler. Hayatlarının sonuna kadar kardeş aile sistemi devam etti.
EVS - Hazrec barışı
Medine'li iki kabile arasında tarihsel bir kavga vardı. Evs ve Hazrec iki düşman aşiret havasındalardı. Medine'nin ilerki yıllarında bile bu zor aşıldı. Hz. Peygamber bu asırlık kavgayı da bitirdi. Birebir görüşerek. Aradaki evlilik bağlarını güçlendirerek.
Dini bilinç yükselirse
Yakın coğrafyamızdaki savaşlar, katliamlar gösteriyor ki artık mezhepsel hassasiyetler, din hassasiyetinin üzerinde seyrediyor. Mezhebi için kendi dinine! Mensup rakibini öldürüyor. Veya sırf kendi mezhebinden değil diye mazluma yapılan zulme göz yumuyor. Manzara bu.
Bilinç yüzdesinin yükseltilmesi gerekiyor. Bu sadece bizim değil, bütün islam aleminin ihtiyacıdır.
Bizim yeniden oturup bu en yüce ortak paydayı gözden geçirmemiz lazım. Bunun ırklardan, mezheplerden, meşreplerden, aşiretlerden, siyasi tercihlerden, politik manevralardan daha hayati ve lazım olduğunu anlatmamız lazım.
Bu lazım olan şey; diyanetin de, başka kurumların da boyutunu aşar. Burada herkes olmalı. Her cemaat, her inanan, her vicdanlı, her insan olan, her merhameti olan, her anne olan, her evşladını düşünen, velhasıl halkın tümü olmalı. Halk olmalı, çünkü bu terörü halk oluşturmadı ama bu terörü halk bitirir.
Bunu unutmamak lazım. Düne kadar aşiretini, ırkını inancının altında sayan insanlar vardı. Ama bugün ise bazı insanlar vardır ki bunlar ciddi bir yekun oluşturuyor ve büyük bir kalabalığa ulaşmış durumdalar. Bu insanlar ırkını, dilini, aşiretini mezhebinini ,meşrebini dininin önünde sayıyor. Din kardeşliğine değil, ırk, aşiret, kavmiyet, vs hassasiyetini inancının önüne koymuş durumda. Elbet halkın ekserisi böyle değil. Ama bunu temsil eden bir kalabalık var ve bu kalabalık dine karşı kendince argümanlar oluşturmuş ve gardını almıştır. Bunu görmek lazım.
Kalp ıslah olmadan beden düzelmez
Bu kalabalığın nerede olduğu, adının ne olduğu önemli değil. Peki bu kalabalık kaybedilmiş bir kalabalık mı? Elbette ki hayır. Üstü küllenmiş. Samimiyet gördüğünde geri döner. Sevgi gördüğünde, şapkasını önüne alır düşünür. Çünkü o da tedirgin, o da tereddütlü. Çünkü onun da canı yanıyor. Bizim problemi çözerken, Hz. Ömer'in de dediği gibi 'içimizi ıslah etmemiz' lazım. O düzelmedikçe bir şey düzeltemeyiz. Düşmüşe, yanlış düşünene, yanlışa sapmışa el atılmalı.
Padişah ve genç çocuk örneği
Tasavvufun büyüklerinden Abdullah Dehlevi hazretleri garip ve manidar bir hikaye anlatır;
Padişahın biri hastalanır. Doktorlar çare bulamazlar. Derler ki, şu özellikte bir genç çocuk bulunup katledilecek. Onun kanıyla tedavi olacaksınız. Padişah şeyhülislamdan fetva ister. O da umumun - genelin - menfaati için çocuğun katline fetva verir. Sonunda bu özellikte bir çocuk bulurlar. Baba ve annesini de büyük paralarla razı ederler. Çocuk getirilir. Öldürülecek. Divana gelen çocuk gülmeye başlar.
Padişah garipser. Der ki çocuğa; birazdan öleceksin. Neden gülüyorsun? Çocuk kendisinden beklenmeyecek olgunlukta şöyle cevap verir; ben neden gülmeyeyim ki? Halimi görüyorsun. Bir çocuk bir tecavüze uğrarsa anne ve babasına kaçar. Görüyorum ki benim annem ve babam beni satmışlar.
Sonra şeyhülislama - ulemaya - koşar. Görüyorum ki ulema da benim katlime fetva vermiş. En son da padişaha koşar. Başka çaresi kalmamıştır. Ama bakıyorum ki padişah da kendi hayatı için benim kanımı heder etmeye hazır. Yapacak birşeyim kalmadı. Sizin bu halinize gülüyorum.
Padişah bu sözlerden etkilenir. Ben ölsem de bu çocuğun kanı akmayacak der. Çocuğa para ödeyerek gönderir. Kendisi de Allah'ın lütfuyla şifa bulur.
Şah Abdullah Dehlevi bu olaydaki çocuğu İslam olarak tanımlar ve yorumlar. Çağına göre yorumlar. Bugün, çocukla temsil edilen dindir, islam kardeşliğidir. Çocuğun kanına ihtiyaç duyanlar ise emperyalist güçlerdir. Silah tüccarlarıdır. Müslüman kanından nemalananlardır. Padişah işte bu şer güçlerdir.
Çocuğun baba ve annesi kendi ülkelerini kana bulayan, insanlarını öldüren, insan hayatını hiçe sayan ve ülkelerini geri bırakan çağdaş ve sözde islam liderleridir.
Ulema da bütün bunlara sessiz kalan insanlardır. Menfaatini dini haline getiren sahte davetçilerdir. Şuna inanmamız ve inandırmamız lazım ki; bize en şiddetli düşmanlığı yapanı dahi sahile çıkaracak olan biziz. İnsanımızı kazanarak yanlışlık ve şer içinde olanları mağlup edebiliriz.
Not: Bu vesile ile hem Gaziantep'te ve hem de Uludere'de kazada hayatını kaybeden kardeşlerimize rahmet diliyorum.