Hatırlarsınız. Bundan 30 sene önce bir Pakistanlı kadının burnu dayısı tarafından kesilmişti. Gerekçe de ailenin öngördüğü damat adayını kızın kabul etmemesiydi. Bu cani dayı hunharca hareketinin karşılığında hapis cezası almıştı.
Ancak bu hadise Batı medyasında yıllarca kullanıldı.
Burun ve dudak kesme gibi bir geleneğin varlığından bahsettiler. Birkaç ruh hastasının hunharlığını bir kültüre ve hatta dine mal ederek rezilce kampanya yürüttüler. Neden bu olayı hatırlattım... Çünkü geçenlerde bu kadına yapay burun yapıldı diye olay yeniden haber yapıldı da ondan dolayı.
Peki, coğrafyamızda kadınlara karşı bu türden zulüm işlenmiyor mu? İşleniyor. Bunun sebebi nedir?
Neden bu türden yanlışlıkları henüz aşamadık?
Bunun başlıca sebebi cehalettir. Dinin özüne aykırı geleneklerdir. Ruh iklimi karışık adamların tarzıdır, tavrıdır.
Dini bilememektir. Kötü çevreden, nereden geldiği belli olmayan örften etkilenmektir. Erkek olmanın üstünlük gerekçesi olduğunu zannetmektir. Ailede görülen şiddet eğilimidir. Erkeğin veya kadının sadakatsizliğidir.
Ve daha yüzlerce sebep sayılabilir.
Kadına karşı uygulanan şiddet veya istismarın coğrafyası yoktur. Bu manzara Amerika'da da, İngiltere'de de, Türkiye'de de aynıdır. Değişen sadece istismarın türüdür. Tarzıdır. Kadınlara yönelik bu şiddetin aşılabilmesi için bu tür zulümleri uygulayanlar ile bu olayları istismar ederek bundan rant kazanmaya çalışanların, insani ve vicdani hissiyatla hareket etmeleridir ki bunun ne kadar zor olduğunu söylemeye gerek yoktur herhalde. Çünkü bir taraf alışkanlığından vazgeçmek istemiyor, öteki taraf ise istismar ettiği malzemesini, çirkin sermayesini kaybetmek istemiyor.
Çünkü samimi değiller.
Kâinat kadın için yaratıldı
Dini doğru ve iyi bilen erkek kadına saygılıdır. Kadını başının tacı bilir. Anadolu'da kadın evin büyüğüdür. Önemli kararlar kadına danışılmadan alınmaz. Her kadın bir Hz. Havva algısı taşır. Ben çevremde hep böyle gördüm.
Saygı ve itibarda kadın- erkek farkı görmedim.
Hatta kadınların ortak aldıkları bir karar varsa erkekler tereddütsüz buna uyarlar. Çevremde dini hassasiyetler hayli güçlüdür. Ve bu dini hassasiyet kadını aşağı çekmiyor, bilakis yukarıya çıkarıyor. Peki, neden böyle?
Şundan dolayı:
Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) hanımlarına danışırdı. Onların cenaze, cuma, bayram namazlarına çıkmalarına müsaade ederdi. Problemlerini özgürce anlatmalarına zemin hazırlardı. Yakınmalarını önemserdi. Onlar için haftada bir sohbet hazırlardı. Kocalarının sert tavırlarını eleştirdi.
Kadına gösterilmesi gereken saygıyı kızlarına kendisi bizzat göstererek model oluştururdu. Kızı Hz. Fatıma'nın önünde ayağa kalkardı. Her sabah önce kızlarını ziyaret eder sonra günlük rutin hizmetine başlardı. Mekke'deki ilk mücadelesi putperestliğe ve diri diri gömülen kızları kurtarmaya yönelikti.
Bizim önceliğimiz, hayat felsefemizi oluşturan Hz.
Peygamber böyle yapardı. Bunun dışına taşan bir tavır varsa demek ki yanlıştır, demek ki sıkıntılıdır, demek ki yadırganmalıdır, demek ki kabul edilemez.
Yüce Allah Hz. Âdem'i yaratıyor. Sonra ondan Hz.
Havva'yı yaratıyor. Topraktan bir Havva yaratmıyor.
Öyle yapmıyor. Âdem'den Havva yaratıyor.
Yani diyor ki; özünüz aynıdır, hammaddeniz aynıdır.
Biriniz ne iseniz, ötekiniz de odur. 'ikiniz' bir araya gelince 'bir' olursunuz. Her biriniz birinin parçasıdır.
Kadın, erkek olmadan eksiktir, erkek de, kadın olmadan eksiktir. Vahyin ve dinin kadın ve erkeğe bakışı özetle budur.
Kadın üzerinden konuları tartışmak
Son günlerde kürtaj ve sezaryen konuları gündeme geldiğinde konu yine kadın üzerinden tartışılmaya başlandı ki bu son derece rahatsız edici ve yaralayıcıdır.
Alışkın olduğumuz bu refleksten kurtulmamız lazım. Kadınlarımız, kadınla ilgili her konunun cinsiyet paradoksuyla ele alındığını düşünmemeli, biz erkekler de, kadınlarımızın duygularını ötelememeliyiz.
Konuşurken, hüküm verirken bütün bunları göz önünde tutmalıyız.
Geçen haftaki yazımın soru-cevap bölümünde kürtajı uygun görmediğimi belirtmiş ve konunun dini, tıbbi ve vicdani boyutlarına dikkat çekmiştim. Cinsiyet penceresinden olaya bakmayalım demiştim. Ne yazık ki dini bir mesele konu edildiğinde hanımlarımızın bir kısmı hemen reaksiyon gösterip kendilerine bir karşı cenah oluşturuyorlar.
Bunu medeni veya modern olmanın bir gereği sayıyorlar ki, bunu anlamakta zorlanıyorum. Zorlanıyorum, çünkü dini doğru okuyabilselerdi, dini konuları merak edip de inceleyebilselerdi, İslam'ın kendilerinden yana hükümler içerdiğini rahatça görebileceklerdi.
Ve keşke bu kadınlarımız, dini bilgi yetersizliğini aşıp kendi haklarını -dini referansları da göstererek- ortaya koyabilselerdi. Bu hepimiz için hem hayırlı hem de daha saygın bir duruş olacaktı.
Hayat -vücut- benimdir. Size ne?
Sizce bu doğru mudur? Geçen hafta soru-cevap bölümünde bu konuyu da yazmıştım. Vücut da, hayat da Yüce Allah'ındır. Ve sizler O'nun emanetçisisiniz.
Onun için vücudunuzu hoyratça kullanamazsınız, tehlikeye atamaz ve istediğiniz gibi tüketemezsiniz. Çünkü Yüce Rabbimiz, ölümle o emaneti toprağa iade edip ruhumuzu sorgulayacaktır. Allah sizi dünyaya şartlı gönderiyor. Şartları da O belirliyor. İman bu demektir.
Bu iş bu kadar açıktır.
Bir genç delikanlının elindeki pankartta "Sevgilimin vücudu ona ait" gibi, herhalde daha sonra kendisini de utandıracak bir söylemle ortaya çıkması neyi halledecek. Bu cümlenin neresini düzelteceksiniz?
Bu cümlenin neresi kadına sevgi ve saygıyı içeriyor?
Aklı başında, sağlıklı düşünen hangi genç kız, hangi delikanlı, hangi baba ve hangi anne ile hangi aile bu söyleme gönülden "evet" der? Bu kadar mı kendi değer yargılarınıza, toplumunuza, köyünüze, mahallenize yabancı düşersiniz.
Bu kadarı sizi de rahatsız etmiyor mu? Yakışıyor mu sizce? Delikanlı demek istiyor ki: o hayat ona, size veya Allah'a değil esasen bana ait. Ben kadına sadece cinsel bir obje olarak bakıyorum. Dediği bu aslında.
İşte çağımızın trendi ve anlayışı. Yeni ve çağdaş felsefe bu işte. İşte bu kadar arsızca ve bu kadar yüzsüzce! Ne kadar yüzsüzce değil mi?
Siz dünyaya geldikten sonra varlığınız, hayatınız Rabbinizin kontrolü altındadır.
Siz artık toplumun ve ailenizin bir parçasısınız. Onun içindir ki, bir arabanın size doğru geldiğini gören herkes ani refleksle sizi kurtarmak için öne fırlar. İşte bu manevi refleksten dolayı, toplumun bir parçasısınız.
Dini referanslar kadının yanındadır
Ülkemizde kadınların problemleri var. Şiddet istismar, zorla evlendirilme, istismar edilme ve yığınla problem... Bunları samimiyetle çözmeliyiz. Kadınlarımızın yakınmalarından rahatsız olmamalıyız. Bu problemlere kulaklarımızı tıkamamalıyız. Onların sıkıntılarını aşmak, bizim için bir zarurettir. Dini bir görevdir.
Onlara giran -ağır- gelen, bize de giran gelmelidir.
Kadınlarınız da şunu bilmeliler. Problemlerini çözmek için sığınacakları en sağlam kapı İslam'dır. Dini değerlere karşı gelerek değil, dini referanslarda kendilerine verilen haklarını isteyerek bu taleplerini ön plana alsalar hem kendilerine hem gelecek nesillere büyük iyilik yapmış olacaklar. Hem de dünyanın her tarafında istismar edilen dünya kadınlarına katkıda bulunmuş olacaklardır. Kadınlarımız kendilerini dinlerine karşı kullanmak isteyen nebbaşlara -kefen soyguncularına- itibar etmemelidirler.
Bizim buralarda boşanma yok ki!
Ben, tam da bu satırları yazarken, evli, orta yaşlı bir kadın aradı beni. Kocasının zulmünden bahsetti. Ağlayarak "Lütfen beni kurtarın hocam" diyerek. Kocasının sürekli kendisini aşağıladığından, dövdüğünden, küfrettiğinden şikâyetçiydi. Konuşuyoruz. Probleme karşı alternatifleri konuşuyoruz. Küçük çocukları varmış. Ben de, gerekirse boşan ve ailene git diyorum. Verdiği cevap beni de çaresiz bırakıyor. "Bizim burada boşanma yok" diyor.
Gelinlikle geldim, kefenle çıkabilirim diyor.
Hiçbir dinin, vicdanın, aklın, kabul etmeyeceği bir bariyeri koyuyor önümüze. İşte problem bunların problemidir. İşin istismarının peşinde olan uçukların değil, çaresiz bırakılan, dövülen, hırpalanan kadının problemi var. Bunu çözmek zorundayız. İyiniyetle. Samimiyetle.