Bundan 10 yıl önceydi. Hacca gideceğim. O dönemlerde Diyanet'te çalıştığım için fetva görevlisi olarak da görevlendirilmişim.
İhramlı olarak uçağa bindik. Önümdeki koltukta şimdilerde medyada adını pek duymadığım bir gazeteci oturuyor. O da muhabir olarak hacca gidiyor. Adını versem hepinizin tanıyacağı bir isim. (Ancak kendisiyle görüşüp izin almadığım için adı yanımda saklı kalacak) Uçak hareket etti. Havalandık.
Uçaktaki herkes tesbihatla, duayla ve ibadetle meşgul. Bu gazeteci arkadaşımız da o günkü gazeteleri okumaya başladı.
Bir ara ön koltuktan -ihramlı olmayan, belki de bir iş için Cidde'ye inecek olanbir yolcu kalktı ve gazeteci arkadaşın başına dikildi. Sert bir şekilde "Hem ihramlısın ve hem de gazete okuyorsun" diye çıkıştı. Belki de gazetedeki bir görüntü veya haber bu vatandaşı rahatsız etmişti.
Belki bir provokatördü bilemem. Ama ne olursa olsun üslup ve tarz çok rahatsız ediciydi. Gazeteci arkadaş kıpkırmızı oldu. Özür diledi ve elindeki gazeteyi dürüp kaldırdı. Bizler elbette bu müdahaleden rahatsız olduk. O vatandaşın bunu yapmaya hakkı yoktu. Ayrıca gazete okumanın -varsa eğer müstehcen resimlere odaklanmadıkça- ihrama bir zararı yoktu.
Kaldı ki gazetede böyle bir görüntü de yoktu. Kısa bir süre sonra gazeteci arkadaş bana döndü ve "Hocam! İhramlıyken abdest tazelemek sakıncalı mı?" diye sordu. Ben, hayır sakıncası yok dedim, gidebilirsin. Arkadaşımız ihtiyacını gidererek dönünce de yanımdaki yolcudan aldığım "Hac Rehberi" kitabını gazeteci arkadaşa uzattım.
Orada ihramlının yapmayacağı şeyleri maddeler halinde sıralayan sahifeyi açıp okumasını söyledim. Burayı oku, buradan yararlanırsın dedim.
Gazeteci arkadaşımız uzun uzun okudu ve sonra ayağa kalkarak demin kendisini rencide eden ve pek de hac havasında olmayan o yolcunun yanına gitti. Kitabı ve benim açtığım bölümü ona gösterip şöyle dedi: "Hani burada ihramlıyken gazete okunamaz diye bir bölüm yok. Sen bunu nerden çıkardın. Niye beni hacdan soğutuyorsun.
Ben bilmeyebilirim ama sen bu tavrınla benden de daha cahilmişsin." Bu anlamda sözler söyledi. Deminki adam ise başını öne eğdi, cevap veremedi. Bu arkadaşımız güzel bir hac yapıp geri döndü. O gün şöyle düşünmüştüm; keşke bu gazeteci arkadaş daha önce din ve hac hakkında bilgi sahibi olsaydı.
Camiden soğutan anlayış
Bu hadise ile camiye kısa şortla gelen 8-10 yaşındaki çocuğu camiden kovalayan -iyi niyetli ve saf duygularla dolu- cemaatin tavrı arasında sonuç itibariyle hiçbir fark yoktur. İkisinde de dine zarar var. İkisinde de dinden ve İslâm'dan uzaklaştırma var.
Dine yaranayım derken dine zarar verdiklerinin farkında bile değillerdir belki. Çünkü onlar da dini böyle biliyorlar.
Birinci elden Kuran'ı öğrenmek
Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hayatının anlatılacağı seçmeli dersleri duyduğumda bütün bunlar aklıma geldi. İnsanımız ve ülkemiz adına mutlu oldum. Mutlu oldum çünkü en azından bundan sonra çocuklarımız birinci elden ve direkt olarak İslam'ın temel öğretilerine muhatap olacaklar. Televizyonda bizlerin anlattıklarına, camideki hocamızın sözlerine, kahvehanede din adına konuşulanlara mahkûm olmayacaklar. Kuran-ı Kerim'i öğrenen, mealini okuyabilen, bu işin sistematiğini alan, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) o tertemiz, zarif ve nezih uygulamasını öğrenen gencimiz duyduğu her şeyi eleğe koyabilme imkânı bulacaktır. Hurafeden sıyrılabilecek.
Bağnazlıktan ve bilgisizlikten uzak, kendine özgüveni olan birer pırıl pırıl insan olarak önümüze çıkabilecektir.
Bilmediğimizin düşmanı olduk
Acaba bize zorla Kuran mı öğretilecek.
Zorla namaz mı kıldırılacak. Zorla şu mu, bu mu yapılacak şeklindeki her söz gereksiz ve endişeden ibarettir. İslâm'ın da kimsenin de böyle bir niyeti ve çabası olamaz.
Kuran-ı Kerim'in kendisi "Dinde zorlama yoktur" buyuruyor. "Muhammed sen onların üzerine zorba değilsin" buyuruyor. "Peygambere düşen sadece hakikati anlatmaktır" buyuruyor. "Size iki de yol gösterdik, dileyen dilediği yola girer, kim kötülük işlerse -ahirette- karşılığını görür, kim iyilik işlerse -ahirette- karşılığını görür" buyuruyor.
Bu ilahi kitabın bütün ayetleri sonsuz bir hoşgörünün, merhametin, affediciliğin, serbest iradeyi kullanmanın, özel hayatın koruma altına alınmasının yüzlerce örneğiyle doluyken bu boş endişenin bir gereği var mı? Esasen Kurân-ı ve Hz. Peygamber'i öğrenen insanlarımız zaten tabii olarak bu noktaları görecektir.
Annesinin veya babasının mezarı başında Kuran-ı Kerim'i açıp okuyabilmenin; din adına merak ettiği bir hususu nerede bulup okuyabileceğini bilmenin insana vereceği özgüvenin ne kadar muhteşem bir şey olduğunu bu işlere ihtiyaç duyanlar iyi bilir.
Korkularımızı yenmek zorundayız
Birbirimize endişeyle bakmaktan vazgeçmeliyiz.
Herkes neyi tercih edecekse onun tercihi güvence altına alınmalı. Din bezirgânlarından, din cahillerden yıllarca neler çektik diyenler yine bizler değil miyiz?
Peki bunun önüne nasıl geçeceğiz. Hem din adına yanlışlık yapanların ve dini kullananların hem de dine bilmeden ve cahilce, yobazca saldıranların şirretinden ancak dini doğru kanaldan öğrenerek durabiliriz.
Kadına uygulanan ayrımcılığın, şiddetin, geleneksel hataların, kadını cinsel bir obje gibi görmenin, ırkçılığın, terörün, hırsızlığın, arsızlığın, aldatmanın, aile değerlerini yok etmenin, gizli fuhşun, gizli zinanın, kul hakkı yemenin ve daha binlerce hastalığın sebebi işte bu iki yönlü cehalet ve vicdan yokluğudur. Vicdansızlık, din yobazlığı, din sömürücülüğü, din düşmanlığı ve bilimden uzak olmak bütün bu hastalıklarımızın baş sebebidir.
Bütün bunları söylerken herhangi bir İslam ülkesindeki uygulamaya değil, Hz.
Peygamber'in (s.a.v.) dört halifesinin dönemindeki tertemiz, duru ve nezih İslam ahlak ve anlayışına özlem duyduğumu belirtmek istedim.
Onu doyurup da öğretseydin ya!
Medine'deki kıtlık yıllarında genç bir delikanlı bir tarlaya gizlice girer. Oradaki buğdayları alıp ağzında ufaltıp yemeğe başlar. Birazını da cebine koyar. Tarlanın sahibi bu genci görünce önce onu döver ve sonra ceplerini boşaltıp Hz. Peygamber'e (s.a.v.) getirir. Şikâyet eder. "Bu çocuk hırsızdır" der. Hz. Peygamber (s.a.v.) tarlanın sahibine döner ve "Onu dövmen mi gerekirdi? Ağzındakini çıkarman mı gerekirdi? Onu doyursaydın ya! Sonra ona güzel bir şekilde gizlice ve izin almadan tarlaya girilmeyeceğini öğretseydin ya!" buyurur. Biz zannettik ki yıllarca, hemen bu gencin elini koparın. Veya hapse atın. Veya kamçılayın denilecek. Hayır, elbette böyle değildir. Yıllarca dini yanlış anladık, yanlış anlattık ve insanları ürküttük. İnsanımızın yüce kitabı ve Allah'ın Peygamberini anlamaları önünde bariyerler oluşturduk. İşte şimdi elimizde imkân var. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hayatını gençlerimize anlatırken bütün bu olumsuzlukları aşabilmenin yolunun ortak akıl, bilgi ve ilimle olduğunu öğreteceğiz.
Kuran-ı Kerim hepimizin sığınağıdır
Kuran-ı Kerim kendini Müslüman kabul eden herkesin; mezhebi, meşrebi, cemaati, partisi, grubu, hassasiyeti ne olursa olsun herkesin ortak kitabıdır. Rabbinin mesajıdır.
İman ettiği dinin kutsal metinleridir.
Herkesin sığınacağı bir limandır. Onun içindir ki, her birimizin diğerini kıskandıracak bir hassasiyetle Kuran'a sahiplenmesi beklenir. Aksi halde, imanımızı samimiyetimizi sorgulamak durumunda kalırız.