Hz. Ömer'e gelen haberci mektubu Halife'ye uzatır. Halife mektubu okur, katlar ve kenara koyar.
Sonra dışarı çıkar. İçi daralmıştır. Dışarıda soluklanacaktır.
Uzun adımlarla yürümeye başlar.
Arkadaşları, bu haldeki halifeyi yalnız bırakmak istemezler. Arkasına takılırlar.
Nihayet Medine'ye yüksekten bakan bir tepe'ye geldiklerinde Hz. Ömer tepenin üzerine çıkar ve uzun uzun Şam ufuklarına bakar. Derin bir off çeker. Belli ki mektupta yazılanlar, onu haylice sarsmıştır.
Daraltmıştır.
Arkadaşları sorar: Şam valisinden gelen mektup sizi neden bu kadar sarstı.
Mektupta ne vardı. Hz. Ömer sessizliğini bozmaz. Cevap vermez. O, dünyadan ahirete doğru uzun yolculuğa çıkan bir dostun, ruh izlerini takip ediyormuşçasına göğe gözlerini diker. Gözlerinden çıkan iki damla yaş yanaklarına süzülür. Ve zarif bir şekilde Halife'nin sakalından Medine'nin sıcacık kumuna damlar.
Tepeden iner. Medine'ye doğru yürümektedir.
Yanına sokulan ve bu garip halini bir türlü çözemeyen dostlarına şöyle der: "Demin gelen mektup, Şam'ın genel valisi Hz. Ebu Ubeyde'nin ölüm haberini veriyordu. Hz. Peygamberin, bu Ümmetin en güvenilir insanı olarak ilan ettiği, cennetle müjdelenmiş olan on kişiden birisi olan Ebu Ubeyde'nin Allah'a vuslat haberi.
Ebu Ubeyde'yi kaybettik. "Bu cümleleri, bütün benliğini çepeçevre kuşatmış olan büyük bir hüzün içinde mırıldanan Halife Hz. Ömer; bir an duraksar, yanındakilere döner ve şöyle der: "Haydi! Her biriniz bana bu din için neler yapmak istediğinizi belirtin. Neyi arzulardınız. Neyiniz olsun isterdiniz? Bu din için nasıl hizmet etmek isterdiniz?"
Birisi der ki: Keşke güçlü pazularım olsaydı da bu din için mücadele etseydim.
Savaşlara katılsaydım. Diğeri der ki: Keşke param olsaydı da şunları şunları yapsaydım.
Bir diğeri der ki: Keşke binlerce adamım olsaydı da şu şu işleri yapsaydım.
Başkası der ki: Keşke Allah için şu kadar yiyecek, içecek harcasaydım.
Diğeri der ki: Keşke, her yıl hacca ve umreye gitseydim. Keşkeler, temenniler, ahh sesleri uzar gider. Herkes, kıymetine, gücüne, kapasitesine göre konuşur. Hz. Ömer hepsini dikkatle dinler.
Sonra cübbesinin ucunu toplar.
Ve yürümeye devam eder.
Belli ki arzuladığı cevabı bulamamıştır. Belli ki nirengi noktasından uzak düşmüştür.
Belli ki, içindeki yangın sönmemiştir.
Belli ki rahatlayamamıştır.
Bir oda dolusu Ebu Ubeyde
Hızlı hızlı yürürken dudaklarından şu cümleler dökülür: "Keşke bu saydıklarınızdan hiçbirisine sahip olmasaydım.
Keşke ben bir oda dolusu Ebu Ubeyde gibi adama sahip olsaydım.
Sonra onlarla bütün dünyayı idare etseydim.
Keşke. Bir oda dolusu Ebu Ubeydem olsaydı. Başka hiçbir şeyi istemezdim. Oda dolusu adam! Oda dolusu altın, oda dolusu asker, oda dolusu silah değil, oda dolusu adam. Ama nasıl adam!
Emin olan, güvenilir olan, sağlam ve dik duran, sırtına yüklendiği emaneti yerine getiren, adam gibi adam. Zira Ebu Ubeyde ( r.a) Hz. Peygamber tarafından Şam tarafına görevlendirildiğinde "Size en güvenilir adamı gönderiyorum" buyruğu ile gider. Ama öyle bir gider ki, Şam bölgesini, ahlakı, fazileti, edebi, vefası, diğergamlığı, kişiliği ve mütevazı hayatıyla alt üst eder. Yemez yedirir, uyumaz uyutur.
Aç kalır, doyurur. Susuz kalır, su verir.
Hastalıktan inler, hastaların iniltisini dindirir.
Tam bir baba olur, merhamet olur, rahmet olur, yağmur gibi yağar. Nihayet, bulaşıcı bir hastalığa yakalanan halkın içinden çıkmaz ve sonuçta o da hastalanır.
Mütevazı çadırında, halkın kucağında son nefesini verir. Onlarca yıllık valilikten geriye sadece bir at ve bir kılıç bırakmıştır.
İşte Hz.Ömer'e: "Bir oda dolusu Ebu Ubeyde" dedirten bu sahabi, böyle bir sahabiydi.
Elbette böyle olmalıydı.
Böyle olurdu: Eğer öğretmen Hz. Muhammed (S.a.v.) ise talebede Ebu Ubeyde olur.
Eğer hasret çeken dost Hz. Ömer ise, yol arkadaşı Ebu Ubeyde olur. Bunda şaşılacak ne var ki!
Emanet kaybolunca kıyameti bekle
Hz. Peygamber (S.a.v.) kıyametin çıkış noktasını anlatırken 'Emanet' sözcüğünü kullanır. "Emanet ehil olmayana verildiğinde kıyameti bekleyiniz" buyurur. Bu bildiğimiz kıyamet mi? İnsanlığın çöküşü mü?. Ehliyetin ve emanetin gidişi mi? Hangisi kastedilmiş, kim bilir. Hepsi de kastedilmiş olabilir, ama biz bu hadisten yola çıkarak sorgulamalıyız.
Her bir insan olarak, Emaneti yerine getiriyor muyuz? Emin miyiz? Yerdekiler ve göktekiler bizden razılar mı? Emanette:
Dostluk, arkadaşlık, akrabalık, hemşehrilik, tarafgirlik, şehirdaşlık, ruh uyumu, vs. mi ön planda yoksa ehliyet mi?
Dilerseniz Yegane Mürşidimiz ve Modelimiz Hz. Muhammed'e (S.a.v.) bırakalım cevabı: Onu birkaç saniye gözlemleyelim.
Göreceksiniz cevap ondadır. Cevap oradadır.
Emanette ehliyet aranır
Hz. Abbas, Peygamberimize der ki: Bana idarecilik ver. Hz. Peygamber (s.a.v.) cevap verir: Amca! Sen zayıfsın, yapamazsın. İdarecilik ahirette pişmanlık sebebidir. -Hakkını veremezsen- sevdiğine, dostuna değil,yükü omuzlayabilecek olana yükü yükleyeceksin.
Mekke'yi fetheder. Kâbe'nin anahtarı müşrik olan bakıcısındadır. Adama kapıyı aç der. Adam direnir. Hz. Ali adamın elindeki anahtarı almak için hamle yapar.
Hz. Peygamber ( s.a.v.) Hz. Ali ye sözle engel olur. Hayır, Ali! Kabe'yi açmak -
Müşrik bile olsa- onun hakkıdır. Zira o yıllarca Kâbe'ye hizmet etti. (Çünkü Kâbe'yi açmak bir ayrıcalıktı.) Bırak Kâbe'yi o açsın. Adam'ın gönlü yumuşar. Ve Kâbe'yi rızası ile açar. Orada emanete en layık olan o idi çünkü. Müşrik olması onu bundan alıkonulma hakkını vermiyordu.
Mekke'den -Medine'ye -Hicret edecekler, Hz. Ebu Bekir ile: Yolu en iyi bilen adam bir müşriktir. Abdullah bin Uraykıt.
Peygamberimiz (.A.s.) bu yol uzmanına para verir. Ve bize Medine'nin yolunu göster buyurur. Hayati bir yolculuktur.
Hata kabul edilemez. Bu işi en iyi bilen bir müşrik bile olsa onu kiralar. Bu yolu iyi bilen bir mü'min olsaydı elbette ondan yararlanırdı. Ama Hz. Peygamber (A.s.) işi şansa bırakmıyor, riske girmiyor. İşini en iyi bileni seçiyor.
Bir yol var: Uzun bir yol. Yola emin adımlarla ve emin adamlarla çıkmışsanız, maksuda erersiniz. Yolda bulduğunuz dikenleri usulca ve beraberce kenara koyarsınız emanetlerin Rabbına doğru varırsınız. Dikensiz yol olur mu? Zor. Kim bilir belki dikenler daha uyanık olmanıza, ruh muhasebesi yapmanıza zemin hazırlar.