Bunca hengâmenin arasında bir de Kıbrıs görüşmeleri yapılıyor. Aslına bakarsanız müzakerelerden bir sonuç çıkmasını sanırım kimse beklemiyor. Tarafların iddiaları zaman içinde bırakın uyumlu hale gelmeyi daha da birbirinden uzaklaştı. Çözüm arayışını gerekli veya mecbur bırakacak uluslararası ortamdan da söz edemeyiz. Mesela, son yıllarda ABD ve AB'nin küresel siyaset üzerindeki etkinliği azaldıkça bu tür müzakere süreçleri de anlamını yitirdi.
Ama Kıbrıs konusunda eski bir alışkanlık var ve bu alışkanlık devam ediyor. Aslında ilk günden bu yana taraflar pek çözüm ihtimali görmese de müzakereleri sürdürmüştür. Çünkü görüşmeleri kesmek, masadan kaçan taraf olarak ilan edilme riskini de barındırır. Erken dönem müzakerelerinde Türk tarafı ağır baskı altındaydı. Seksenler ve doksanlar boyunca bu nedenle Türk tarafı hep masadan kaçan taraf olarak gösterilmiştir. Bu çıkmaz bir yol gibiydi. Türkiye bir yandan masadan kaçmadığını göstermenin peşindeydi, bir yandan da masada kazanamayacağı çok belliydi.
Bu imajı kırmak adına ilk adım Annan Planı çerçevesinde yapılan görüşmelerde gündeme geldi. Rumlar, Türk tarafının müzakereleri sonuna kadar götüremeyeceğini düşünüyordu. Türkiye ise Rumların son anda Annan Planı'ndan kaçacağını düşünüyordu. Bu nedenle Türk tarafı, Annan Planı'nı çok istemese bile desteklemek durumunda kaldı.
Böylece masadan kaçan tarafın Rumlar olduğu iddia edilecek, AB'nin tehdidi de boşa çıkarılmış olacaktı. Çünkü AB, Kıbrıs'a hızlı bir çözüm istiyordu ve Türk tarafı çözüme yanaşmazsa Kıbrıs Rum Kesimi'ni tek taraflı AB'ye kabul edeceği tehdidini ima ediyordu. Annan Planı, Rumlar tarafından reddedilince artık kimse Türkiye'yi suçlayamadı. Ama AB planını da değiştirmedi. Tüm olup bitene rağmen Rum tarafını AB'ye dahil etti.
İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM
O tarihlerde belki de gerçekten Türk tarafında federasyon fikrini ve Annan Planı'nı benimsemiş kimseler olabilir. Fakat ana eğilimin, baskılardan kurtulmak için suçu Rum tarafına atma çabası olduğunu söylemek daha doğru olur.
Bugün geriye dönüp baktığında hem Rumlar hem de AB son derece pişman olsa gerek. O zaman Türkiye'nin elinin tehditlere karşı oldukça zayıf olduğu bir dönemdi. Şimdi sadece Doğu Akdeniz hesapları üzerinden bakıldığında bile Kuzey Kıbrıs'ın varlığının hayati bir rol oynadığı açık biçimde ortada.
Bu nedenle Türk tarafı da artık eli yükseltiyor. Şimdi federasyon değil iki devletli çözüm istiyor. Bir zamanlar teklif dahi edilemeyen şeyler şimdi konuşulur hale geldi. Öyledir zaten. Konuşuldukça alışılır. Yeri gelir, bir zamanlar federasyonun tartışıldığı bile unutulmaya yüz tutar.
Bu anlamda Türkiye'nin elini güçlendiren iki faktörden bahsedilebilir. Birincisi, Annan Planı dahil her türlü federasyon arayışının başarısızlıkla sonuçlanmış olması Türkiye'yi haklı konuma getiriyor. İkincisi, Türkiye 2004 yılına oranla çok daha güçlü ve dirençli. "AB'yi üzersek işimiz biter" inanışı ortadan kalktı.
Şimdi iki devletli çözüm fikri cesurca dile getirilebilir. Tabii bu da hemen karşılığını bulacak değil. Bazen, hatta uluslararası ilişkilerde çoğunlukla, çözümsüzlük çözümdür. Önemli olan bu müzakerelerden çözüm çıkıp çıkmaması değil. Önemli olan konunun yeni bir boyuta taşınmış olmasıdır.