Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 gün içinde iki reform paketi açıkladı. Biri İnsan Hakları Eylem Planı, diğeri ekonomik reform. Bu reform paketlerini ülkedeki özgürlük alanını genişletmek, hukuk sistemini düzene sokmak ve aynı zamanda ekonomik büyümeyi sağlamak amaçlı olarak görüyorum.
Reformların zamanlamasına dikkat kesilenler bunların 2023 seçimlerine hazırlık veya Biden dönemine ayak uydurma gayreti olabileceğini düşünüyor. Doğrudur, bunların etkisi olabilir. Ancak ben biraz daha farklı düşünüyorum. Bu reformlar hem Erdoğan siyasetinin doğal bir uzantısıdır hem de Türkiye'nin 2012'den bu yana yüzleştiği güvenlik sorunlarının içinden başarıyla sıyrılmasının bir sonucudur.
Erdoğan, iktidara geldiği ilk günden bu yana Türkiye'de demokrasi ve insan hakları alanlarında eşine az rastlanır bir yenilikçilik ve performans gösterdi. Bu ülkede sözü edilemeyecek birçok özgürlük meselesi onun döneminde sorun olmaktan çıktı. Ekonomik büyümeyle el ele giden bir özgürleşme ortamı 2012 yılına kadar sürekli genişledi. Ne zaman Türkiye, IMF'ye olan borcunu kapattı, hemen ardından içeride ve dışarıda Türkiye korkunç bir muhasara altına alındı.
Yaklaşık 10 yıl boyunca yüzleşmediğimiz neredeyse hiçbir kriz kalmadı. Gezi Parkı olaylarından darbe teşebbüslerine, Suriye iç savaşından sistematik terör saldırılarına, Doğu Akdeniz kuşatmasından doğrudan Amerikan baskısına kadar her türlü belaya göğüs gerdik.
Erdoğan kriterleri
Bütün bu badirelerin Türk ekonomisine zarar vermemesi mümkün değildi. Ülkedeki güvenlik tedbirlerinin artış göstermesi ve özgürlük alanlarının buna mukabil olağanüstü hâl gibi mecburi uygulamalarla daralması kaçınılmazdı. Şükürler olsun, bugün Türkiye bahsi geçen tüm güvenlik sorunlarında büyük başarı gösterdi. Darbe püskürtüldü. Terör Türkiye sınırından uzaklaştırıldı. Suriye'de Türkiye'yi beka endişesine düşürmeyecek bir statüko kuruldu. Doğu Akdeniz'deki kuşatma yarıldı. Türkiye'nin iddiaları kabul görmeye başladı. Karabağ ve Libya'da muazzam askeri başarılar elde edildi.
Böylece reformcu politikalara eğilim gösterme imkânı ortaya çıktı. Görünen o ki hükümet bu fırsat penceresini değerlendirmek istiyor. Meselenin zannedildiği gibi Biden iktidarı olmadığı çok açık. Zira Biden yönetiminin kendi ülkesindeki sorunları ne kadar sürede çözeceği ve uluslararası siyasete döneceği zaten belli değil. Yönünü dışarı çevirdiğinde hangi planla geleceği de bilinmiyor. Hepsinden önemlisi, Amerika'nın artık hegemonik bir konumda hareket etmeyeceği görülüyor.
Bu nedenle ülkedeki reform gündemini bir dış dayatmanın sonucu olarak görmenin ancak yanlış bir okuma veya kötü niyetle izah edilebileceğine inanıyorum. Evet, Türkiye dünya kamuoyunun nabzını tutuyor olabilir. Ama asıl mesele, reformcu bir vizyonun tekrar gündeme gelebilme şansı bulmasıdır.
Türkiye kendi güvenliğini kendi sağlamayı öğrendiği gibi kendi reform ve ekonomik büyüme paketlerini kendi iradesiyle yapabilecek bir ülke haline de gelmiştir. Bunlar Kopenhag değil Erdoğan kriterleridir.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz