Popülizmin geleceği yoktur. Ne yapanlar için. Ne de takip edenler için. Çünkü kurgusu zaten iş üretmek değil laf üretmek üzerinedir.
Aslında lafı da üretmez.
Kopyalar. Piyasada çokça kullanılan basmakalıp ne kadar tartışma varsa alır ve kendi lehine tekrar eder. Hoş bir paket haline getirip topluma yeniden pazarlar. Tutarlılık derdi yoktur. Gelecek hesabı yoktur.
Taahhütleri yerine getirmek diye bir kaygısı hiç yoktur.
Son zamanlarda dünyanın dört bir tarafında bu tür tiplerin seçim kazandığını görüyoruz. Kimisi sağ popülizm kimisi sol popülizm.
Mesela Çipras, Macron ve Trudeau sol popülist söyleme örneklik ediyor.
Amerika'da Trump, Hindistan'da Modi, Brezilya'da Bolsonaro sağ popülizmi temsil ediyor.
Aralarında çok küçük retorik farkları varmış gibi görünmesine rağmen aslında hepsi kendini tepkiler üzerine inşa ediyor.
Planları yok. Doktrinleri hiç yok. Her yöne savrulmaya açık.
Bu nedenle de hepsi birer patlamaya hazır bomba. İktidar olmak her şeyden önce ne yapacağını bilmek ve planlamak anlamına gelir. Ancak kendilerini tepkiler ve söylemler üzerine inşa edenlerin böylesi kaygıları olmaz. Sonuç olarak ortaya hiç beklenmedik resimler çıkabilir.
Mesela ilk patlayan Macron oldu.
Fransa'da anaakım siyaset çökerken yepyeni bir isim olarak ortaya çıkan Macron tepki dilini kullanarak yükseldi.
Ancak daha ilk günden Fransa orta sınıflarının tepkileri yerine neoliberal dünyanın beklentilerine yöneldi.
Avrupa Birliği siyasetinde Fransız orta sınıflarının rahatsızlığını bir kenara bırakıp Merkel'e yakın bir çizgiye oturdu. Sarı Yelekliler'in tepkisi de tam buna oldu. Macron geri adım atar gibi yapmasına karşın hâlâ Avrupacılık çizgisini koruyor. Popülist bir söylem tutturmasına rağmen tam tersi bir siyaset izlemekte kararlı davrandı.
Başarabilirse kendine yeni bir tutarlı yol inşa edebilir. Ancak şimdilik başarılı görünmüyor. Bir dahaki seçime kaybetme ihtimali çok yüksek.
Çipras ise çok daha boş çıktı.
Kravat takmamak gibi protest hareketlerle ülke yönetiminin bir alakası olmadığını kendisi ve bizim solcular gördü mü bilmem ama Yunan halkı görmüş gibi. İlk seçimde kaybetti.
Yunanistan'ın ve üzerine basarak yükseldiği toplum kesimlerinin hiçbir derdine deva olmadı. Geldiği gibi gitti.
Trudeau ise bambaşka bir hikaye.
O zaten işi gücü reklam olan bir ülkenin Başbakanı. Kanada'nın dış politikası bile bir seçim kampanyası niteliğindedir.
Kendini orta büyüklükte bir güç olarak gören Kanada yumuşak güç siyasetiyle varlık göstermeye çalışır.
Trudeau ise kırmızı çoraplarıyla bu reklam filminin poster çocuğu olarak görevini yerine getiriyor.
Azıcık aşı kaygısız başı olan Kanada dışındaki tüm örneklerde popülizm gün geçtikçe radikalleşme eğilimi gösteriyor. Dayandıkları söylem bir kenara iş icraata gelince sol popülizm çöküyor sağ popülizm ise radikalleşmeye devam ediyor. Bu da dünyayı daha tehlikeli bir hale getirdiği gibi ülkelerin büyüme gelişmesine büyük darbe vuruyor. Eğer Kanada gibi dünyanın öbür ucunda güvende değilseniz bu süreç canınızı çok yakabilir. Özellikle Türkiye'nin bu anlamda son derece dikkatli olmasında fayda var.