Tüm dünyanın gözü Türkiye'de. Kaşıkçı olayı sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı grup konuşması dünya televizyonlarında canlı verildi. Sürecin başından beri olduğu gibi bu konuşmanın iletişimi de çok iyi kurulmuş. Erdoğan salı günü olayı tüm çıplaklığıyla ortaya koyacağım deyince, herkes canlı yayına geçti. Dikkatler başarıyla çekilmiş oldu.
Sadece basın dünyası mı? Siyaset de hemen hareketlendi. CIA Başkanı soluğu Türkiye'de aldı. Ne yaptılar? Ne konuştular? Bilemeyiz. Ama CIA Başkanı'nın koşa koşa gelmeye mecbur kalması iyiye işaret. Erdoğan'ın yaptığı konuşmaya ve bunun hazırlanış biçimine bakılırsa perde arkasının da iyi yönetildiğini düşünebiliriz. Türkiye'nin acelesi yok. Resmin netleşmesini bekleyecektir. ABD'nin ne yağacağı veya Suud'un nasıl karşılık vereceği önemli.
Bunlar belirlenmeden Türkiye kendini bir pozisyona hapsetmek istemiyor. Önce görecek. ABD ne kadar ileri gidebilir. Prens'i korumak için neleri ortaya koyabilir. Veya Suud'un duruşunda herhangi bir kırılma olur mu? Daha da sertleşecek mi yoksa yumuşak bir geçişi mi tercih edecek? Bütün bunların netleşmesi lazım.
Şimdilik gördüğümüz kadarıyla Trump Prens'e sahip çıkacak. Eğer Suud ailesi içinde Prens'i zorlayabilecek bir otorite boşluğu olsaydı o zaman ABD alternatif veliaht meselesini gündeme alabilirdi. Ancak şimdilik alternatif yok. Aksine Prens suç işledikçe ABD'nin kuklasına dönüşüyor ve daha tercih edilebilir bir hal alıyor. Aile içinde de bir kırılma ihtimali olmadığından örtbas edilmesi ihtimali çok daha yüksek. Prens'in gitmesi için tek şart ABD'ye kafa tutma ihtimalidir. Prens bu kadar delirdi mi bilmiyorum ama eğer öyle bir adım atarsa işte o zaman sonu gelir. Fakat şimdilik bunun da olmayacağı kanaatindeyim. Zira Prens her türlü saçmalığı ABD'ye güvendiği için yapıyor. Ona kafa tutmak cüret edebileceği bir iş değil.
Sanırım Ankara da durumu benzer şekilde okuyor. Salı günü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşması son derece dikkatli bir dil tutturdu. Üç başlık öne çıktı. Bir; her zaman olduğu gibi ve bekleneceği üzere adalet ve suç kavramlarını merkeze oturttu. Bu işi sonuna kadar götüreceğini anlattı.
İki; Kral'ın kendisini doğrudan hedef göstermedi. Prens'i ima etti. Kral'a iç siyasette bir ayrışma yolu açtı. Kral'ın o yoldan yürüme ihtimali çok zayıf ama Prens'i rahatsız etmesi ve yeni hatalara sürükleme ihtimali çok yüksek. Güvensizlik hissine düşen Prens kendini daha zor durumlara düşürebilir. Ancak Erdoğan Prens'in kellesini doğrudan istemedi. Dikkatli bir dille uluslararası baskıları işaret etti.
Üç; meselenin çözümünde uluslararası kurumlar ve kamuoyu fikrinden uzak durdu. Aksine soruşturmanın Türkiye'de Türk mahkemelerinde yürütüleceğini Suudlu cinayet ekibinin de Türkiye'de yargılanması gerektiği fikrini dile getirdi. Uluslararası kurumları nihai çözüm noktası olarak tarif etmedi. Uluslararası toplum harekete geçirilecek ama düğüm Türkiye'de çözülecek. Herkes bu fikre alışsa iyi eder. İşte otonom Türkiye dediğimiz budur. Uluslararası kurumları kullansa dahi bunu kendi gücüyle ve kendine göre yönetecek.