Özgür Suriye Ordusu ile İstiklâl Harbi'nin düzenli ordu teşkilâtının tesisi öncesindeki evresinde işgale direnen "Kuva-yı Milliye" arasındaki benzerlik ve farklılıklar gündemimizin tartışma konularından birisini oluşturdu.
Özgür Suriye Ordusu'nun karakteri ve dayandığı ideolojik arka plan konu üzerinde uzmanlaşanların aydınlatabileceği bir konudur. Buna karşılık "Kuvayı Milliye" konusunda, genellikle günümüzden geriye bakılarak yapılan yorumlar, dönemin tarihî ve kültürel bağlamını göz ardı eden bir yaklaşımı yansıtmaktadır.
Bunun düzeltilmesi sadece bir dönemin tarihselleştirilmesi açısından değil günümüzde "Kuva-yı Milliye" sahiplenilerek alınan konumların sorgulanması açısından da gereklidir.
"Millî"nin evrimi
Dinî camia, onun üyesi olma ve onun karakterini taşıma anlamında kullanılan "millet," "milliyet" ve "millî" kavramları Osmanlı modernleşmesi sonrasında yeni mefhumlara da atıfta bulunmaya başlamışlardır.
Rifa'a Rafi' el-Tahtavî, on dokuzuncu asrın ilk yarısında Paris'te yaptığı incelemeler sonrasında modernliği Mısır'a taşıma amacıyla kaleme aldığı eserlerde 1789 sonrası dünyasının siyasal kavramlarını en yakın anlamdaki Arapça kelimelerle karşılamaya çalışmıştı. Örneğin, La Marseillaise'i tercüme ederken, "Amour sacré de la patrie" ifadesindeki "patrie" sözcüğünü karşılayabilecek en uygun Arapça kelimenin kişinin doğduğu yer anlamına gelen "vatan" olduğunu düşünmüş ve "Hubbü'l-vatan" ifadesini tercih etmişti. "Vatan," bu kullanımda, doğulan yer ötesinde alanları da kapsayan, soyut bir kavrama vurgu yapıyordu. El-Tahtavî benzer şekilde "nation" kavramını da genellikle "ummah (ümmet)" nadiren de "milla (millet)" şeklinde tercüme etmişti. Bu anlamdaki "ümmet" ve "millet" de farklı kavramlara vurgu yapıyordu.
Mısır'daki kullanımları ödünç alan Osmanlı entelektüelleri "nation" karşılığı olarak "ümmet"ten ziyade "millet" terimini tercih etmişlerdir. Bunun neticesinde "millet," "millî" ve "milliyet" iki farklı anlamda istimâl olunmaya başlanmıştır. Namık Kemal bu kavramları "Osmanlı milleti"ne atıfta bulunmak için istimâl ederken yaygın kullanımda bunlar "dinî camia" ve ona aidiyet anlamını taşımayı sürdürmüşlerdir. Örneğin, Rum Ortodoks kilisesi piskoposları "millet rüesâsı" olarak toplanmış, Müslümanlar kendilerini "millet-i merhume" şeklinde tavsif etmiş, nüfûs tezkirelerinde "milliyeti" hânesi karşısında "İslâm," "Ermeni Katolik," "Musevî" benzeri dinî aidiyetler belirtilmiştir.
On dokuzuncu asır sonunda entelektüel gündeme giren, 1908 sonrasında da ivme kazanan Türkçülük neticesinde "millet"in Türkler, "millî"nin de Türklüğe atıf yapmaya başlaması ise çok anlamlılığı çeşitlendirmiştir.
İstiklâl Harbi "millî"liği
İstiklâl Harbi, Erken Cumhuriyet döneminde kavramsallaştırılırken onun Türk milliyetçi söylemindeki anlamda "millî" bir "mücadele" olduğu ve Türkçülük ideolojisine dayandığı iddia olunmuştur.
Bu yaklaşım, gerçekleştiği dönemde yaygın biçimde "mücahede-i milliye" olarak atıfta bulunulan bu eylemin "cihad" vurgusu yapan "mücahede" bileşenini Sosyal Darwinist tonu güçlü "mücadele" ile ikame ederken, "Müslümanlar"a atıfta bulunan "millî" sıfatının da "Türklük"e aidiyet anlamına geldiğini savunmuştu. Bunun neticesinde daha sonra adı da "Kurtuluş Savaşı"na dönüştürülecek "İstiklâl Harbi," ideolojik arka planı "Türk milliyetçiliği" olan ve 1922 sonrası ile eklemleştirilen bir "mücadele" olarak kavramsallaştırılmıştır.
Kongreler Dönemi ve Kuva-yı Milliye direnişlerinin örgütlenmesinde önemli bölümü Türkçülüğü benimsemiş İttihad ve Terakki Cemiyeti üyelerinin oynadığı rol ve yeni devletin 1923 sonrasında Türk milliyetçiliğini temel ideolojik dayanağı haline getirmesi bu anlatımın sorgulanmadan kabûlüne yol açmıştır.
Buna karşılık İstiklâl Harbi sürecinde "millî" "Müslümanlar"a atıfta bulunmuştur. Misak-ı Millî, Türklüğe değinmemiş, buna karşı- lık, "dinen, irfânen ve emelen müttehid . . . Osmanlı İslâm ekseriyetiyle meskûn bulunan aksamın hey'eti mecmu'ası" ifadesi ile imparatorluğun işgal altındaki Araplar dışındaki Müslüman nüfûsuna işaret etmiştir.
Mustafa Kemal Paşa da "muhafaza ve müdafa'ası ile iştigâl ettiğimiz millet . . . muhtelif anâsır-ı İslâmiyeden mürekkebdir" vurgusuyla bunu dile getirmiştir. Kendisi "selâmet ve necât için" başvurduğu "yegâne" kaynağın "kuva-yı âlem-i İslâmiyet" olduğunun altını çizerken, "millî hudutlar"ı da Türklerle meskûn bölgeleri içerecek biçimde tanımlamamış, Musul Vilâyeti üzerinde böylesi bir "millilik" üzerinden hak iddia etmiştir.
"Millî"nin Araplar dışında kalan "Osmanlı Müslümanları"na atıfta bulunduğu bu dönemde "müdafaa edilen hukuk" da onlara ait olmuştur. Dolayısıyla "Kuva-yı Milliye" de 1908 İhtilâli'nde Resne, Ohri benzeri merkezlerde ezici çoğunluğu Arnavut rediflerden oluşan birliklerin "millî alay," "millî tabur" ya da Bekir Fikri Bey'in Grebene'deki gönüllülerinin "kuvve-i milliye" adlarıyla örgütlenmesine benzer bir "millî"liğe atfen teşkilâtlanmıştır.
Bu "millî"lik, Erik J. Zürcher'in altını çizdiği gibi "Müslüman milliyetçiliği" ideolojisine dayanmış ve dar ölçekli bir "İttihad-ı İslâm" projesini hayata geçirmeye çalışmıştır. Nikki R. Keddie önemli bir çalışmasında "Pan-İslâmizm"in on dokuzuncu asırda anti-emperyalist karakterli bir "proto milliyetçilik" işlevi gördüğünü savunmuştur. İstiklâl Harbi bu ideolojinin mütareke öncesinde işgal edilmemiş olan Osmanlı topraklarında işlevselleştirilmesinin neticesidir.
Aynı kavram, farklı anlamlar
İstiklâl Harbi sürecinde "millî," Osmanlı, Müslüman, Türk ve Cebel-i Bereket Meb'usu İhsan (Eryavuz/Topçu) Bey'in "millî kıyafet" ifadesinde dile getirildiği gibi "yerel" anlamlarında kullanılmıştır. Kavramın tarihî gelişimi göz önüne alındığında bu şaşırtıcı değildir. Günümüzde de "millî"nin farklı anlamlarda istimâl olunması sürmektedir. Örneğin "Millî Görüş" ve "Millî Gazete" ifadelerinde "din"e vurgu yapan "millî," Türk milliyetçiliği söyleminde "Türklük"e aidiyeti dile getirebilmektedir.
Buna karşılık İstiklâl Harbi'nin "millî"liği ağırlıklı olarak "Müslümanlar"a atıfta bulunan ve dar ölçekli bir "İttihad-ı İslâm" tasavvurunu yansıtan bir kavramsallaştırmayı dile getirmiştir. Hareketin liderlerinin bu söylemi taktik gereklilik çerçevesinde, istemeden kullanmış olması hedef kitlenin onu farklı anlamasına neden olmamıştır.
Kuva-yı Milliye de bu anlamda "millî" bir örgütlenmedir, onu oluştuğu bağlam yerine günümüzden geriye bakarak tanımlamanın hatalı değerlendirmeler ve güncel sahiplenmelere neden olduğu açıktır...