"Cumhuriyet"in kültleştirilerek kutsandığı Türkiye'de bir ideoloji olarak "cumhuriyetçilik"in oluşumu üzerine ilkokul kitabı söylemi ötesine geçen bir değerlendirme yapıl(a)maması ilginçtir.
Ümmetten "millet," kuldan "vatandaş" yaratma benzeri sloganların ötesine geçemeyen söz konusu söyleme göre "orta çağ koşulları"nda yaşayan bir toplum, "kurucu lider dehâ"sının devreye girmesiyle mucizevî bir "devrim" gerçekleştirmiş ve bir hayâl bile olmayan "cumhuriyet"i ilân ederek "cumhuriyetçilik"i toplumun ideolojik motoru haline getirmiştir.
Bunun neticesinde Anadolu'da, Fransız Üçüncü Cumhuriyeti benzeri bir yapı yoktan var edilmekle kalınmamış, "cumhuriyetçilik" karşı devrimci direnişe karşılık, Fransa'da olduğu gibi toplumun "egemen ideolojisi" ve "kimlik"i haline gelmiştir.
İçi böylesi bir söylemle doldurulmaya çalışılan "cumhuriyetçilik"in günümüz Türkiyesi'nde Régis Debray'nin radikalizminden esinlenerek inşa edilen ve "cumhuriyet-demokrasi çatışması"nı savunmada araçsallaştırılan bir ideolojiye evrilmesi şaşırtıcı değildir.
1923 öncesi kara delik mi?
"Cumhuriyetçilik"in "oluşan" değil "yaratılan" bir ideoloji olduğu varsayımına dayanan bu yaklaşımın "düşünce hareketleri"nin tabiatıyla uyuşmazlık içinde olduğu ortadadır. Quentin Skinner'in de vurguladığı gibi "düşünce hareketi oluşumu" böylesi ani ve keskin geçişlerin görülmediği bir alandır.
Bu nedenle Türkiye'de cumhuriyetçiliğin gelişimini, 1923 öncesini o konuda hiçbir ize rastlanılamayacak bir "kara delik" biçiminde kavramsallaştırarak ve onu bütünüyle "kurucu lider kültü" çerçevesinde açıklayarak anlatmak anlamlı bir kuramsal çerçeve çizmekten uzaktır.
"Cumhuriyetçilik"in "kurucu lider"in ani kararı öncesinde entelektüel dünyamıza duhûl etmemiş ve "yaratılan" bir ideoloji olduğunu savunan yaklaşımın etkinliği büyük çapta "cumhuriyet"in bir "idare şekli"ne indirgenmesinden kaynaklanmaktadır. "Cumhuriyet" olmadan "cumhuriyetçilik" de olmayacağı tezinden yola çıkıldığında, 1923 öncesinin bir "kara delik" haline gelmesi kaçınılmaz olmaktadır.
"Oluşum" ve 1923 öncesi
Ancak "cumhuriyetçilik" böylesi bir yaklaşım çerçevesinde "monarşi karşıtlığı"na indirgenmeyerek, farklı biçimleri bulunan ve bir "cumhuriyet"e dayanmadan da var olabilen bir ideoloji olarak kavramsallaştırıldığında, 1923 öncesinin zannedildiği gibi bir "kara delik" olmadığının görülmesi mümkün olabilmektedir.
Düşünce tarihimizin en önemli konularından birisi olan "cumhuriyetçilik" konusunda "yoktan var etme" tezinin günümüze değin revaç bulmasının temel nedenlerinden birisi şüphesiz bunun bizzat "şahıs kültü" vurguları güçlü resmî ideoloji tarafından da savunulmuş olmasıdır.
Buna karşılık, bu yaklaşımın karşıtları da söz konusu paradigmayı sorgulayacak bir kuramsal çerçeve oluşturmaktan uzak kalmışlardır. "Cumhuriyetçilik"i "monarşi karşıtlığı"na indirgeyen resmî ideolojinin eleştirisi de son tahlilde, bu tanımdan hareketle karşıt tezler geliştirmiştir.
Bu durum göz önüne alındığında Banu Turnaoğlu'nun Cambridge Üniversitesi'ne doktora tezi olarak sunulduktan sonra geçtiğimiz günlerde Princeton University Press tarafından kitaplaştırılan "The Formation of Turkish Republicanism (Türk Cumhuriyetçiliği'nin Oluşumu)" çalışmasının entelektüel tarih yaklaşımlarımıza yönelik ciddî bir sorgulamayı gündeme getirdiğini vurgulamak gerekir.
"Oluşan" cumhuriyetçilik
Turnaoğlu'nun kitabı "cumhuriyetçilik"i şimdiye kadar ihmal edilen bir örnek (Osmanlı/Türkiye) üzerinden inceleyerek bu konudaki kuramsal tartışmaya önemli katkıda bulunmaktadır.
Ancak bu çalışmayı daha da önemli kılan, kapsamlı kaynak incelemesi ve derinlikli analizler neticesinde, resmî yaklaşımın "yoktan var edildiği"ni savunduğu "cumhuriyetçilik"in uzun bir sürecin muhassalası olarak ortaya çıkan ve "oluşan" bir ideoloji olduğunu göstermesidir.
Turnaoğlu'nun kitabı bunun da ötesinde "cumhuriyetçilik"in "cumhuriyet" ile başlamadığı, onun "monarşi karşıtlığı"na indirgenemeyeceğini ortaya koymakta ve Kemalist cumhuriyetçiliğin bu tartışma içindeki yaklaşımlardan "bir tanesi"nin 1920'ler bağlamında geliştirilen yorumu olduğunun altını çizmektedir.
"Türk Cumhuriyetçiliği'nin Oluşumu," "cumhuriyetçi gelenek"in şekillenişini anlayabilmek için entelektüeller, siyaset yapıcıları ve kamusal tartışmaya katılanların siyaset, toplum, ahlâk benzeri alanlardaki yaklaşımları ile hürriyet, adalet, vatandaşlık benzeri kavramları kullanımlarının değerlendirilmesinin gerekli olduğunu vurgulamaktadır.
Böylesi bir tahlil gerçekleştirildiğinde Osmanlı düşüncesinde önde gelenleri İslâmî, liberal ve radikal olmak üzere değişik ve çatışan "cumhuriyetçilikler"in var olduğu görülebilmektedir. Turnaoğlu, 1923'te zafere ulaşan, aktivist tonları güçlü "radikal cumhuriyetçilik"in köklerinin Yeni Osmanlılık düşüncesi içinde azınlıkta kalan tezlerde bulunabileceğini savunmaktadır.
Kopuş-devamlılık
Bu tezler daha sonra İkinci Meşrutiyet ortamında yeni yorumlar çerçevesinde değerlendirilmiş ve diğer "cumhuriyetçilikler"e karşı entelektüel ve siyasal üstünlük kazanmıştır. İmparatorluğun dağılma süreci ve ulusdevlet yapılanmasının bu neticenin oluşumunda "hızlandıran" etkisi yaptığı ortadadır. Benzer şekilde Mustafa Kemal Paşa'nın bu alandaki kişisel tercih ve yorumlarının önemi de inkâr olunamaz. Buna karşılık, "cumhuriyet"in ilânını bir "düşünce hareketi" olarak "cumhuriyetçilik"in milâdı olarak görmek onun tarihselleştirilmesini imkânsız kılar.
Turnaoğlu'nun da gösterdiği gibi 1923, "cumhuriyetçilik" bir yana onun bir biçiminin dahi "başlangıcı" değil ulaştığı bir aşamadır. Kendisinin de vurguladığı gibi bu tarihin "öncesi olmayan" bir "yaradılış"a işaret ettiğine duyulan yaygın inanç "cumhuriyetçilik"in "Kemalizm" ile eşanlamlı olduğu varsayımından kaynaklanmaktadır. Bu, şüphesiz, Türk radikal cumhuriyetçiliğinin günümüzde neden Debray kaynaklı bir "demokrasi karşıtlığı"na savrularak, bunu eleştirenleri "cumhuriyet düşmanlığı" ile suçlayan ve "çoğulcu olmayan" bir ideolojiye evrildiğini de anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Türkiye'de "cumhuriyetçilik" tartışmasının "cumhuriyet taraftarları- karşıtları" sığlığındaki eksenden (bu eksendeki "karşıtlar"ın hayalî olduğu vurgulanmalıdır) kurtulabilmesi için bu "radikal cumhuriyetçilik"in "cumhuriyet kavramının saf hali değil" "cumhuriyetçi" yaklaşımlardan "bir tanesi" olduğunun görülebilmesi gerekmektedir.
Turnaoğlu söz konusu yaklaşımları tarihî gelişimleri içinde analiz ederek söz konusu sığ tartışmanın ötesine geçebilmemiz için son derece önemli bir katkı sunmuştur.
Bunun "cumhuriyet"i kişisel tercih neticesinde gerçekleşen ani kopuş ve "mucize," "cumhuriyetçilik"i ise bu olağanüstü gelişmenin doğurduğu ideoloji olarak değerlendiren yaklaşımın savunucularını memnun etmeyeceği açıktır. Ama "cumhuriyetçilik"i "cumhuriyet"ten bağımsız olarak, "longue durée" içinde değerlendiren analizin "ümmetten millete" sığlığındaki sloganları aşabilme ve çok yönlü tarihî gelişmeleri "mucize" benzeri kavramlarla açıklamanın ötesine geçebilme alanında son derece önemli ipuçları sunduğu açıktır.