Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

“Gerçeklik sonrası” siyaseti

İçinde yaşadığımız dönemi tanımlamak için artan bir ivme ile "gerçeklik sonra" kavramı kullanılmaktadır. Dolayısıyla Oxford Lugatları'nın bu kavramı (post-truth) "2016 yılının kelimesi" olarak seçmesi tesadüfî değildir. Nitekim geçtiğimiz Aralık ayında da merkezi Wiesbaden'de bulunan Alman Dili Kurumu (GfdS) aynı sözcüğün (postfaktisch) güncel siyasal ve toplumsal ortamı açıklamak için en uygun kavram olduğuna karar vermiştir.
Brexit referandumu ve Donald Trump'ın ABD başkanlık seçimlerindeki zaferi ile kullanımı artan bu kavram "olgulardan kopuk gerçeklik üretim ve kullanımı"na dayalı yeni "siyaset" anlayışını tanımlamakta da kullanılmaktadır.

Totaliter/Otoriter rejimler
Kendi gerçekliğini "üretme," baskı ile ona "tartışmasız doğru" statüsü kazandırma ve onu siyaset aracı olarak kullanma modernlik sonrası dünyasının yabancı olmadığı bir gelişmedir.
Hannah Arendt ve Václav Havel totaliter rejimlerde gerçeklik "üretim ve dayatılması" yöntemlerini detaylı biçimde tahlil etmişlerdir. Benzer şekilde, George Orwell'in günümüzde yeniden yoğun ilgiye mazhar olan distopyan romanı 1984, bu rejimlerdeki örneklerden yararlanarak, güncel "parti çizgisi"nin eski gazete makalelerinin yeniden kaleme alınmasıyla meşrulaştırıldığı, "partinin gerçek dediğinin gerçek değeri kazandığı" bir toplumu resmetmeye çalışmıştır.
Tarihî gelişmeleri, istatistikleri, yayınları tahrif ederek, gerekli görüldüğünde ise ortadan kaldırarak üretilen ve "sahiplenilmesi zorunlu çizgi" haline getirilen "gerçeklik," totaliter ve otoriter rejimlerin vazgeçilmez dayanağı olmuştur. Söz konusu "parti çizgisine uygun gerçeklik" dışındaki bilgi ve yorumların yasaklanması, onlara ulaşımın imkânsız hale getirilmesi neticesinde bireylerin önemli bir kısmı dayatılan "gerçeklik"i kabullenirken, sorgulama cesaretini gösterenler dahi toplumsal baskı nedeniyle onu tekrarlamak zorunda kalmışlardır.
Ancak günümüzün "gerçeklik sonrası" siyaseti kullandığı yöntemlerdeki şeklî benzerliklere karşılık otoriter ve totaliter rejimlerde üretilenden farklı bir "gerçeklik"e dayanmaktadır.

"Gerçeklik sonrası" ve popülizm
Berlin Duvarı'nın yıkılması sonrasında otoriter/totaliter rejimlerin "parti çizgisi" ve yasakçılık temelli "gerçeklik üretimi"nin sona erdiği ve böylesi "doğru"lara dayalı siyasetin, en azından Batı toplumları için geçmişte kaldığı düşünülmüştü. Buna karşılık söz konusu toplumlarda "gerçeklik" üretimi ve buna dayalı "siyaset" yeni bir biçimde şekillenmekte ve yükselen "popülizm"in temel aracı haline gelmektedir.
Günümüzde otokratik rejimler 1984'te resmedilen türde "gerçeklik" üretimini sürdürür ve siyaseti bunun etrafında şekillendirirken, çoğulcu ve demokrasi-otoriterlik karması yapılarda "gerçeklik sonrası" dönemin "siyaset"ine geçilmektedir.
Bu yeni siyaset biçiminde değişik eğilimleri yansıtan hareketler, "kendi gerçekleri"ni üretmekte ve bunu kutuplaşan toplumda kalın çizgilere sıkışarak ayrışmış yazılı ve görsel medya aracılığıyla yaymaktadır.
Bu yapılırken, otoriter ve totaliter yapılardaki "gerçeklik" üretiminden farklı olarak diğer gerçeklikler yasaklanmamakta, onlara erişim bütünüyle engellenmemekte ve toplumun "tamamı" değil bir hareketin kendi "taban"ı ile onu yakından izleyenler hedef alınmaktadır.
Örneğin, Brexit referandumu sırasında AB'den çıkış sonrasında haftalık 350 milyon poundluk bir meblâğın Brüksel'e gönderilmek yerine sağlık sistemine kanalize edileceği, bunun sunulan hizmetin kalite ve kapsama alanını ciddî biçimde geliştireceği "gerçek"i üretilmiş, bu da birliği terketme yanlısı basın ve görsel medyada işlenerek sosyal medya kanallarıyla destekçilere ulaştırılmıştı. Bu iddianın "olgusal gerçeklik"le bir ilişkisi yoktu; ama "gerçeklik sonrası" dünyada bunun herhangi bir ehemmiyeti bulunmamaktaydı.
Benzer şekilde Trump'ın seçim kampanyası sırasında tekrarladığı iddialar, örtülü Müslüman göç yasağını uygulayabilmek için dile getirdiği tezler, "yasal olmayan yollarla oy kullananlar çıkarıldığında genel oy toplamında birkaç milyon farkla önde olduğu" ve "İsveç'te mültecilerin neden olduğu sorunlar" benzeri açıklamalarının olgusal gerçeklikle çelişmesi herhangi bir sorun yaratmamaktadır.
Trump'ın önde gelen danışmanlarından Kellyanne Conway'in çarpıcı kavramsallaştırmasıyla "alternatif gerçeklik"ler sunan bu iddialar, olgularla çelişmelerine karşılık başkanı destekleyen medya ve televizyon yüzleri tarafından zorlama yorumlar aracılığıyla ölesiye savunulmakta, sosyal medya ise bunları "bu gerçekliği sahiplenmek isteyen" taraftarlara ulaştırmaktadır.
Popülist siyasetin kendi taraftar kitlesi için ürettiği "gerçeklik" olgusal gerçeklikle çelişmesine karşılık tedavülde kalmakta, işlevini tamamladıktan sonra ise gündemden düşürülmektedir.
Bunun neticesinde de "olgusal" gerçeklikten ziyade yaratılan "alternatif gerçeklik" ve algının önem kazanarak sürekli biçimde yeniden üretildiği bir siyaset şekillenmektedir.

Çözüm ne?
Olgusal gerçeklikten kopuk bu tür siyasetin popülizmin yükselişi ile paralel gelişme gösteren yaygınlığı günümüz demokrasilerinin önemli sorunlarından birisi haline gelmiş durumdadır.
Otoriter ve totaliter rejimlerden farklı olarak demokrasi içinde üretilen bu "gerçeklik," olgulardan kopuk, onlar yerine duygulara hitap eden bir "algı yönetimi"ni "siyaset" olarak kavramsallaştırmış durumdadır.
Olguların siyasetleri şekillendirmesi yerine siyasetin "kendi ürettiği gerçeklikler" etrafında olgularla çatışmasının yarattığı sorunlar ortadadır. Bu, son tahlilde, otoriter rejimlerinkine benzer "siyaset"in "zorlama" yerine "yoğun telkin" ve "gönüllü kabûl" ile meşrulaştırılması anlamına gelmektedir.
Bunun önüne geçilmesi ise arkasına sığınılan "düşünce özgürlüğü" nedeniyle "otoriter siyaset" ile mücadeleden daha güçtür. Dolayısıyla, bu alanda, popülizmin tahribatını asgariye indirgeyecek yeni demokrasi yaklaşımlarının tartışmaya açılması, siyaset ve iletişim araçlarının varlık nedenlerini sorgulamaları benzeri "yapısal" ve "yalan söyleme ya da olguları çarpıtma"ya gösterilen toplumsal tepkinin artırılmasına ulaşan "ahlâkî" değişimlere gerek duyulduğu âşikârdır.
Söz konusu değişimlerin uzun süre gerektirdiği ortadadır. Post-modern dünyada doğruluğun Kant'ın savunduğu şekilde "bir vazife" olarak benimsettirilmesinin güçlüğü de tartışma götürmez. Bunun yanı sıra "siyaset" kurumuna küresel düzeyde duyulan iğbirar nedeniyle "yalan söyleme benzeri, bir çocuk yaptığında tecziye edilen davranışların siyasetçiler için olağan olduğunun varsayılması" durumu daha da zorlaştırmaktadır.
Dolayısıyla "gerçeklik sonrası siyaset" uzun süre gündemimizde kalacaktır. Konu üzerine yapılan çalışmalarda önde gelen örneklerden birisi olarak sunulan Türkiye'nin de bunun etkileri üzerinde düşünmesinde yarar vardır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA