Monolitikleştirerek sonu gelmeyen bir "sanal" çatışmanın kutupları haline getirdiğimiz "Osmanlı" ve "Cumhuriyet" kavramsallaştırmaları kesin bir "kopuş" varsayımına dayanmaktadır.
Bu yaklaşıma göre, "Osmanlı"yı reddederek ondan kopan "Cumhuriyet," onun karşı tezi ve tamamıyla "yeni" bir bir yapı inşa etmiştir. İlginç olan bu sanal çatışmada "Osmanlı" tarafını tutanların da söz konusu "kopuş" tezini benimsemeleri ve sürekli biçimde çatışan "iki zıt yapı"nın varolduğunu düşünmeleridir.
Bunun büyük ölçüde radikal "Erken Cumhuriyet" siyasetlerine tepki olarak şekillendiği ve onların yarattığı "kopukluk"u tamiri hedeflediği ortadadır.
Dolayısıyla sanal dünyada çatıştırılan kutupların taraftarları, benzer bir yaklaşımla "iyi" ya da "kötü" sıfatlarıyla tanımlanan, "monolitik" bir "Osmanlı" kavramsallaştırması geliştirmektedir. Bunun neticesinde ise Osmanlı "mahkûm" veyahut "ihya" edilmesi gereken bir yapı haline gelmektedir.
Mahkûmiyet-ihya sarmalı
Burada ilginç olan Erken Cumhuriyet döneminde başlatılan "Osmanlı'yı devr-i sâbık haline getirme" siyasetinin yaygın kabûl görmüş olmasıdır. Bu açıdan değerlendirildiğinde seçici örnekler kullanarak Cumhuriyet öncesi toplumunu modernliğe cevap verememiş, fazlasıyla geri kalmış bir yapı ya da 1923 sonrasında yaşanan sorunların hiçbirinin varolmadığı bir "mutluluk çağı" olarak kavramsallaştıranların yaklaşımları arasında, son tahlilde, anlamlı bir fark bulunmamaktadır.
Aynı temeller üzerinde yükselen bu iki yaklaşım bir "mahkûmiyet-ihya" sarmalını beslemektedir. Monolitik, hep aynı kalmış bir "Osmanlı" olmadığı, altı asırlık bir tarihten seçilebilecek farklı örneklerle değişik "Osmanlı"ların inşa edilebileceği gerçeği ise söz konusu sarmalı fazlasıyla anlamsızlaştırmaktadır.
Sanal çatışmanın bir kanadınca yıllarca "mahkûm" edilen Osmanlı'nın "ihyası," süreç içinde doğal olarak temel karşı seçenek haline gelmiştir. Ancak "ihya" da fazlasıyla sorunlu bir yaklaşımdır.
Ne "ihya" ediliyor?
"İhya" da "mahkûmiyet" yaklaşımı gibi değişmeyen Osmanlı "biçimleri"nin varolduğu ve bunların tanımlanabileceği varsayımına dayanmaktadır. Bunun neticesinde ise gerçekte Osmanlı "ihya" edilmemekte, belirli zaman dilimlerine ait biçimler "taklit" yöntemiyle yeniden üretilmektedir.
Örneğin, bir on altıncı asır camiinin eşini inşa etmek gerçekte bir "ihya" değil, beşyüz yıl öncesinin "biçim"lerinden birini kendi bağlamından kopuk olarak yeniden üretmektir. Benzer şekilde aruz vezni ile şiir yazıldığında ya da belirli bir dış siyaset benimsendiğinde de zannedilenin tersine Osmanlı "ihya" edilmiş olmamakta, tarihî bağlam ve onları üreten koşullardan kopartılan "biçim"ler taklit olunmaktadır.
"İhya" gâyesi ile gerçekleştirilen bu "taklit"lerin üç temel sorunu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi farklılaşmadığı düşünülen "Osmanlı"nın tüm "biçim"leri belirli bir "amaç" çerçevesinde ürettiği ve bunun uzun tarihî süreçler içinde değişmediği varsayımıdır ki, bu gerçeklikle bağdaşmaz. İkinci sorun ise "değişmez" Osmanlı "biçim"lerinin keşif ve yeniden üretilmesinin imkânsızlığıdır.
Örneğin, barok tarza uygun olarak inşa edilmiş bir on dokuzuncu yüzyıl camii, bir yirminci asır romanı ya da İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin uyguladığı dış siyaset de "Osmanlı"dır. Bunların süreç içinde farklılaşmış örnekler olması onların "Osmanlı" ürünü olmadığı anlamına gelmez. Bu açıdan bakıldığında "ihya" belirli biçimlerin "tercih edilerek" yeniden yaratılması faaliyetinden başka birşey değildir.
Bu alanda uç bir örnek verilmesi gerekirse on dokuzuncu asır sonunda ivme kazandıktan sonra imparatorluğun son yıllarına damga vuran "Osmanlı materyalizmi" de "Osmanlı"dır; ama onun yeniden üretilmesi ile "ihya" faaliyetinin gerçekleştirilebilmesi mümkün değildir.
Konuya yaklaşılırken düşülen yaygın bir hata Cumhuriyet'in yarattığı kopukluğun monolitik bir "Osmanlı" ile bağları kestiğinin varsayılması, diğer bir ifadeyle, bu kopukluk olmasaydı, günümüzde on altıncı asır mimarîsine uygun camilerin yükseleceği ve divan şiirinin seçkin örneklerinin yayınlanacağının düşünülmesidir.
"İhya" faaliyeti sırasında karşılaşılan üçüncü temel sorun "biçim"leri üreten bağlamların yeniden yaratılmasındaki zorluktur. Örneğin, "divan şiiri" kendisini en iyi şekilde geleneksel "şiir" biçimleri ile ifade edebilen bir dünyanın ürünüdür. O dünya modernlik sonrasında hızla yitirildiği için, roman benzeri farklı edebî türler devreye girmiştir.
Benzer şekilde Osmanlı dış siyaseti de değişen koşullar çerçevesinde farklılaşmış, imparatorluğun son yıl- larında bir "büyük Avrupa devletiyle ittifak sağlama" çabasına dönüşmüştür. Dolayısıyla bu alanlarda da "ihya"nın temellendirileceği monolitik, değişmemiş "biçim"ler bulunmadığı gibi belirli "biçim"leri doğurmuş olan bağlamların yeniden üretilmesi de mümkün değildir.
Devamlılık ve değişim
Yukarıda zikrettiğimiz örnekler "ihya"çabalarının Erken Cumhuriyet'in başlattığı ve radikal biçimde uyguladığı dışlama ve "mahkûm etme" yaklaşımı kadar sorunlu olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu, Osmanlı geçmişinin günümüzün şekillenmesinde son derece önemli roller oynadığı, onun paranteze alınamayacağı gerçeğini değiştirmez.
Onu kavrayamadan günümüzün gelişmelerini anlayabilmek de mümkün değildir. "Osmanlı" geçmişi, "iyisi ve kötüsü ile" bizimdir ve tarihî laboratuvarımızdır.
Ancak, onu dışlamadan sahiplenme, kavramaya çalışma ve ondan bir laboratuvar olarak istifade ne denli anlamlıysa, onu tercih ettiğimiz, "gerçek Osmanlı"yı yansıttığını düşündüğümüz "biçim"ler üzerinden "ihya" gayretinden sakınmak da aynı ölçüde gereklidir.
Erken Cumhuriyet'in yarattığı doğal olmayan "kopukluk"un, beğenilen Osmanlı "biçim"lerinin taklidiyle onarılması mümkün değildir.
Son tahlilde her iki yaklaşım da aynı temeller üzerinde şekillenmektedir.
Bunun yanı sıra söz konusu "kopukluk" Erken Cumhuriyet'in savunduğunun tersine bütüncül bir "kopuş" değildir. Sanal dünyada gerçekleşen "Osmanlı-Cumhuriyet çatışması"nın "gerçek" olmadığını kavrayabilmemiz "mahkûmiyetihya" sarmalını kırabilmemizi de mümkün kılacaktır.
Bu ise tarihimizi dışlama, onun altı yüz yıllık bölümünü bir "kara delik" haline getirme ve onu günümüzdeki her türlü olumsuzluğun nedeni olarak sunma benzeri anlamsızlıklar kadar, bağlamı ortadan kalkmış bir kültürü, biçimleri taklit ederek yeniden üretme girişimlerini de sonlandıracaktır.
Bunun neticesinde monolitikleştirilmeyen Osmanlı geçmişi hem "tarihselleştirilecek" hem de günümüzü anlamamızı sağlayan bir laboratuvar hizmeti verecektir. "Osmanlı"nın en anlamlı "ihya"sı da şüphesiz bu yolla gerçekleşecektir.