Son günlerin popüler tartışmalarından birisi de Türkiye'nin uzun süreli hızlı ekonomik gelişme sonrasında "orta gelir tuzağı"na saplanması ihtimalidir.
Böylesi bir gelişme şüphesiz ülkenin tüm dinamiklerini etkileyecektir.
Dolayısıyla konu detaylı tartışmayı fazlasıyla haketmektedir. Toplumu yakından etkileyebilecek benzer bir gelişme "yukarıdan aşağıya siyaset ve reform tuzağı"na saplanılmasıdır.
Ancak bu konunun gerekli ilgiyi gördüğü söylenemez.
Tuzağa kim düşüyor?
Bir asrı aşkın çoğulculuk ve temsil tecrübemiz siyasetimizin ilginç bir özelliğini ortaya koymaktadır.
Aşağıdan yukarıya daha fazla özgürlük, katılım ve kapsamlı dönüşüm taleplerinin iktidara getirdiği yapılanmalar bir süre hızlı demokratikleşme sağlamakta, daha sonra ise "yukarıdan aşağıya siyaset" tuzağına düşerek topluma sınıf atlatma konusunda başarısızlığa düşmektedir.
Daha da önemlisi bunun bir kısır döngüye dönüşerek kendini yeniden üretmesi ve Türkiye'yi demokrasi alanında üst ligde yer almaktan mahrum etmesidir.
Bu "tuzak" konusunda değerlendirmeler yapmadan önce bunun aşağıdan yukarıya gelişen hareketleri sahiplenen yapıların karşılaştıkları bir sorun olduğunu belirtmek gerekir. Örneğin, Klemens von Metternich mukallidi Tanzimat ricâlinin bürokratik diktatörlüğü, II. Abdülhamid rejimi ve Erken Cumhuriyet tek particiliği "aşağıdan yukarıya" talepler neticesinde doğmuş olmamaları nedeniyle böylesi bir tuzakla karşılaşmamıştır.
Bu hareketler demokratikleşme, kapsamlı katılım ve etkili temsile karşı çıkmakla kalmayarak, onları "reformların" ya da Erken Cumhuriyet jargonuyla "devrimlerin" önünü kesecek gelişmeler olarak görmüşler, "yukarıdan aşağıya reform"u ise "siyaset" olarak kavramsallaştırmışlardır.
Böylesi "siyaset" yaklaşımı düşünsel arka planını geleneksel Osmanlı "siyaset" kavramsallaştırmasından "menfaat-i âmme" yorumuna, Gustave Le Bon seçkinciliğinden "Aydınlanma" kuramına ulaşan tezlere dayandırmıştır.
Ama burada önemli olan bu tür siyasetin "demokrasi" kaygısının bulunmamasıdır.
Steven Williams'ın 1906-15 yılları arasında Rus Çarlığı'nda girişilen reform girişimlerini inceleyen çalışmasının da ortaya koyduğu gibi "liberal olmayan rejimlerin liberal reformlar" ile katedebilecekleri yol bir hayli sınırlıdır. Osmanlı/ Türk örneğinde de yukarıdan aşağıya siyasetin "reform" çabaları bu nedenle güdük kalmıştır.
Kısır döngü
Bu açıdan değerlendirildiğinde yakın tarihimizde "yukarıdan aşağı siyaset"e tepki olarak iktidara gelen ancak daha sonra buna yönelen üç temel yapılanma olduğu belirtilebilir. Bunlar İttihad ve Terakki Cemiyeti, Demokrat Parti ve Anavatan Partisidir.
"İnkılâb-ı Azîm" sonrasında aşağıdan yukarıya iletilen güçlü değişim taleplerini kısa bir süre için sahiplenen İttihad ve Terakki Cemiyeti, Cumhuriyet tarihinin ilk serbest seçimlerini kazanan, sessiz bir devrimin iktidara getirdiği Demokrat Parti ve 12 Eylül rejiminin "anayasal toplum mühendisliği" projesine duyulan toplumsal tepkiyi ete kemiğe büründüren Anavatan Partisi kısa sürede önemli demokratikleşme girişimlerini başarmalarına karşılık ilerleyen süreçte "yukarıdan aşağıya siyaset ve reform" tuzağına düşmüş ve bundan çıkamamışlardır.
1908-1909, 1950-1955 ve 1983-1987 dönemlerinde yaşanan hızlı demokratikleşme süreçleri sonrasında yönetimlerin "biz nerede reform yapılacağını biliyoruz" yaklaşımını benimseyerek "yukarıdan aşağı siyaset"e yönelmeleri yavaşlama, durgunluk hattâ gerilemeye neden olmuştur.
Tuzağın nedenleri
Yukarıdan aşağıya siyaset tuzağına düşüşün en önemli nedeni "liberal olmayan rejimlerin liberal reformlar yapmayı" fazlasıyla zorlaştırmasıdır.
Türkiye kuruluşundan itibaren "ideal"i liberal demokrasi olan bir rejime sahip olmamıştır.
Günümüzde de rejimini 1982 Anayasası benzeri bir temel yasa şekillenmektedir.
Bu doğal olarak "aşağıdan yukarıya siyaset" ile seçim dışı kanalları da içeren kapsamlı katılımı güçleştirmektedir.
İkinci temel sorun "aşağıdan yukarıya" yöneltilen talepleri sahiplenen yapılanmaların "aşağı" ile ilişkisinin zayıflığıdır. İttihad ve Terakki'nin düşük rütbeli zabitân ve orta kademe bürokratlardan oluşan kadrosu eski rejimin yerleşik vüzerâ ve müşirân kliğine duyduğu tepkiye karşın gerçekte onlarla aynı sınıfa mensup kimselerden oluşuyordu. Benzer şekilde Demokrat Parti liderleri de uzun süre Tek Parti rejimi içinde değişik roller ifa etmiş bireylerdi. Anavatan Partisi için de benzer yorumlarda bulunmak mümkündür.
Önemli olan nokta bu yapılanmaların üyelerinin "milletin hislerine tercüman olma, onun taleplerine cevap verme" yolundaki samimî arzularına karşılık, kendilerini, son tahlilde, "devlet"in çıkarlarını korumakla mükellef bireyler olarak görmeleridir.
Yukarıdan aşağıya siyasete yönelinmesine neden olan üçüncü önemli husus söz konusu yapılanmalarda Michels'in oligarşinin tunç yasası olarak adlandırdığı süreç sonrasında profesyonelleşen ve uzun süre aynı makamlarda kalan görevlilerin örgüt içi iktidarı ele geçirmesidir. Bu ise toplumdan kopuk "yukarıdan aşağıya" siyaset yaklaşımına ivme kazandırmaktadır.
Siyasetin yön değiştirmesinde rol oynayan dördüncü etken ise "aşağı"nın toplumsal patlamalarla dile getirdiği taleplerden sonra "yukarı" ile iletişimi sürdürecek kanallara sahip olmamasıdır. 1908, 1950 ve 1983 sonrasında bu iletişim onu sağlayacak güçlü kanalların olmaması nedeniyle zayıflamıştır.
Yeni bir tuzak mı?
Türkiye 2002 sonrasında gerçekleştirdiği hızlı demokratikleşme sonrasında önemli yol katetmesine karşılık, kendisini liberal demokrasiler sınıflamasına sokacak sıçramayı yapamamıştır.
Bu dönemde yakın tarihimizin en önemli reformlarının gerçekleştirilmesine karşılık ivme gerilemiştir. Bunun da ötesinde önceki örneklerde olduğu gibi siyasetin ve dönüşümlerin "yukarıdan aşağıya" yapılması aşamasına geçilme eğilimleri görülmeye başlanmıştır.
Halbuki Türkiye bu dönemde, rejimin niteliğine karşılık, "yukarıdan aşağıya siyaset ve reform" tuzağına düşülmesini önleyecek en olumlu koşullara sahip olmuştur. Son dönem tarihimizin kendisini "devlet"le en az özdeşleştiren yapılanması iktidara gelmiştir. Bu yapılanma, örgüt içinde oligarşinin tunç yasasının işlemesini önleyecek tedbirler almaya çalışmış, Türkiye'nin geçmişte sahip olmadığı güçlü sivil toplum ağı da toplumsal talepleri merkeze iletecek gelişmiş kanallar sunmuştur.
Bu olumlu koşullara karşılık rejimin liberal olmayan karakteri, "devlet" ile özdeşleşme eğilimlerinin artışı, liderlik demokrasisinin güçlenmesi, aşağıdan gelen talepleri ileten kanallarla iletişimin zayıflaması Türkiye'yi yeni bir "yukarıdan aşağıya siyaset ve reform" tuzağının kıyısına getirmiştir.
Geçmiş tecrübelerimiz bundan sakınmanın zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır.