CHP Genel Başkanı'nın partisinin genel seçimlerde umduğu oy oranına ulaşamamasının nedenlerini tartışırken dile getirdiği "Partinin ideolojisi yok, ideolojisi kalmamış" yakınması ile buna partinin eski yöneticilerinden birisi tarafından verilen "Altı Ok, partinin temel ilkelerini anlatır. Sosyal demokrasi bu ilkelerle uyumlu olan bir anlayıştır... Partinin 2008'de kabul ettiği programın 23 [ilâ] 28. sahifeleri] parti ideolojisini kapsamlı biçimde özetler" cevabı, Türk siyasî hayatının önemli tartışmalarından birini gündeme getirmektedir.
Adı konul(a)mayan ideoloji: Otoriter modernleşme
CHP'nin 2008'de yayınlanan programının anılan sahifelerinde, "İdeolojimizin Temel Dayanakları" başlığı altında belirli bir ideolojiden ziyade partinin temel ilkelerinin entelektüel köklerinin açıklanmasına çalışılmaktadır. Bu metne göre "ideolojiyi besleyen" üç kaynak "Atatürk'ün modernleşme devrimi ve altı ok ilkeleri, sosyal demokrasinin evrensel kuralları ve Anadolu ve Trakya'nın tarihsel ve felsefî birikimidir." Her şeyden önce tanımı yapıl(a) mayan bir ideolojinin "bir devrimden" beslenmesi olağan sayılamayacak bir sebeb-sonuç ilişkisini varsaymaktadır. Normal şartlarda bir "devrim" belirli bir ideolojiye dayanır. Meselâ Bolşevik İhtilâli bir ideolojinin ürünü ve zaferidir. Ancak bu ihtilâl bir "ideolojiyi" beslemez. Dolayısıyla "modernleşme devrimi" de bir ideolojinin "besleyicisi" değil onun ürünüdür.
Son tahlilde "otoriter modernleştirme" olarak tanımlanabilecek bu ideoloji, on sekizinci asır Fransız ve on dokuzuncu asır popüler Alman materyalizm ve bilimcilik, on dokuzunucu asır sosyolojisiyle yirminci asır fizikî antropolojisine dayanan milliyetçilik ve en basit anlatımını Gustave Le Bon'un eserlerinde bulan seçkinciliğin fazlasıyla eklektik bir sentezinden oluşur. Altı Ok ise bir ideolojiyi "besleyecek" bir kaynak olmayıp, zikrettiğimiz ideolojinin bâzı temel kavramları nasıl yorumlandığını ortaya koyar. Türk otoriter modernleşme ideolojisi "Cumhuriyetçilik"i Fransız "cumhuriyetçiliği"ni örnek alarak kavramsallaştırmış ve bununla demokrasi arasında uzlaştırılması mümkün olmayan bir çatışma varsaymıştır. "Milliyetçilik" önce sosyolojik, daha sonra ise ırk vurguları kuvvetli antropolojik bir yoruma tabi tutulmuş; "Halkçılık" da Le Bon'un izinde "Halkın çıkarının, ona rağmen seçkinler tarafından gözetilmesi" olarak yorumlanmıştır. Otoriter modernleşme ideolojisi "laiklik"i ise fazlasıyla etkilendiği bilimciliğin ışığında ve "din-bilim" çatışması temelinde kavramsallaştırarak, bireysel düzeye indirgenmeyen "dindarlık"ı bunun karşı-tezi olarak görmüş ve dini kontrol altında tutmayı hedeflemiştir. Tekrar etmek gerekirse bunlar belirli kavramların "otoriter moderleşme ideolojisi" tarafından yorumlanmasıdır. İlkeleştirilen bu yorumların bir ideoloji üretmiş olmaları söz konusu değildir.
Otoriter modernleşme sosyal demokrasi ile bağdaşabilir mi?
"Anadolu ve Trakya'nın tarihsel ve felsefî birikimi"nin, yâni çok farklı uygarlık biçimlerine yataklık etmiş bir coğrafyanın, yirmi birinci asırda bir parti ideolojisini nasıl "beslediği," parti programında bu konuya açıklık getirilmediği için, kolaylıkla anlaşılamamaktadır. Ancak bu "kaynağın" muğlâklığından çok daha önemli bir sorunla, parti programında kullanılan ifadeyle "dünyada başka örneği olmayan çağdaş Türkiye modeli" ile "sosyal demokrasinin evrensel ilkeleri"nin bağdaştırılması alanında karşılaşılmaktadır.
"Kendine özgü, eşi bulunmayan" bir modelin, "evrensel ilkelere" dayanan bir ideolojiyle te'lif edilmesindeki zorluk bir kenara bırakılsa bile, söz konusu "otoriter çağdaşlaşma modeli" ile sadece sosyal demokrasinin değil çoğulculuğu savunan herhangi bir ideolojinin bağdaştırılması mümkün değildir.
Otoriter modernleşme ideolojisinin çoğulculuk "denemelerinin" başarısızlıkla sonuçlanması, onu daha anlamlı kuramsal çerçevelere oturtmak isteyen 1930'lar Sağ ve Sol Kemalizmlerinin dönemin baskıcı rejimlerine benzer, "Şef"in önemini vurgulayan ideolojiler üretmeleri "halkın hazır olmaması" ya da Recep Peker ve Kadrocuların entelektüel yetersizliğinden değil, bizatihi söz konusu ideolojinin tabiatından kaynaklanıyordu.
Çoğulculuğu
"devrim"in engeli olarak gören bu otoriter ideoloji ile Marksizmin "proletarya diktatörlüğü" ve "sınıflar arasında bağdaştırılması mümkün olmayan çatışma" tezlerine dayalı demokrasi karşıtlığına itirazlar sonucunda ortaya çıkan sosyal demokrasinin bağdaştırılması imkânsızdır. Unutulmaması gerekir ki, sosyal demokrasi son tahlilde "devrimcilik"e yöneltilen eleştiriden üretilmiş bir ideolojidir.
Dolayısıyla sosyal demokrasinin bir parti ideolojisini "modernleşme devrimi" ve "devrimcilik" oku ile beraberce "beslemesi" mümkün değildir. Unutulmamalıdır ki "otoriter çağdaşlaşma ideoloji" kuramsal bir çerçeveye yerleştirme çabası içine giren Sağ Kemalistler iki savaş arası dönemin baskıcı ideolojilerine yönelirken, Sol Kemalistler de sosyal demokrasiye göz ucu ile bile bakma zahmetine katlanmayarak, kendilerine Tatkreis hareketinin demokrasiyi "sahte temsil" olarak aşağılayan, otarşiyi kutsayan "devrimci" muhafazakârlığını örnek almışlardı.
İdeolojinin varlığı ve beğenilen ilkelerle bağdaşamazlığı sorun
Ciddî bir entelektüel analiz ürünü olmadığı ilk bakışta anlaşılan "İdeolojimizin Temel Kaynakları" metni farkında olmadan içselleştirilen otoriter bir ideoloji ile günümüzün popüler kavramları ve ne olduğu anlaşılmayan "sosyal demokrasi"yi bağdaştırma alanında ortaya konmuş başarısız bir girişimdir.
Bu açıdan bakıldığında CHP'nin temel sorunu "ideolojisizlik" değil "ideoloji"dir. Tepeden inmeciliğini ve demokrasi karşıtlığını "devrimcilik" olarak kavramsallaştıran, milliyetçilik vurgusu kuvvetli otoriter modernleştirme ideolojisi, sosyal demokrasi ve "çoğulculuk, eşitlikçilik, özgürlük" benzeri ilkelerle bağdaştırılamaz. Bu yapılmaya çalışıldığında ise ortaya anlamsız, birbiriyle çelişen bir fikirler yığını çıkar.
CHP'nin temel sorunu bu otoriter ideoloji ile onu anlamlı bir kavramsal çerçeveye oturtma çabası olan Sol Kemalizm'den vazgeçememesi ve bunları kendilerinin karşı-tezi niteliğindeki ilke ve idealler ile bağdaştırmaya çalışmasıdır. Bunun neticesinde ise "evrensellik" ile "kendine özgü eşsizlik", "devrimcilik" ile "devrim karşıtı reformculuk", "halkı aşağılayan seçkincilik" ile "halkçılık", "demokrasi" ile "yukarıdan aşağıya değişim"i bağdaştırmaya çalışan ve benzer çabalardan, meselâ Peronist resmî ideoloji Justicialismo'dan, daha karmaşık bir fikir çorbası ortaya çıkmaktadır.
Sorun iliklere işlediği için hissedilmeyen bir ideolojinin varlığıdır.