Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Hepimiz liberal miyiz?

Toplumumuzun popüler gündeminde kendisine "liberaller" olarak atıfta bulunulan bir grup bulunmaktadır. Söz konusu atıfların sıklığı, Türkiye ile ilgisi sınırlı bir kimsede felsefî, ekonomik ya da siyasî liberalizmin toplumumuzda fazlasıyla tartışıldığı ve geniş kitleler tarafından benimsendiği fikrini uyandırabilir. Buna ilâveten Sabahaddin Bey'den, Serbest Fırka, Demokrat Parti ve Anavatan Partisi'ne uzanan bir "liberal gelenek" inşa edilmesi, bu hareketin tarihî bir tabanı bulunduğu kanaatini doğurmaktadır.
1920 ve 1930'lu yıllarda Avrupa'da çöküşü sonrasında bir daha dirilemeyeceği sanılan liberalizmin, 1989 sonrasında, yeniden ilgi odağı haline geldiği doğrudur. Benzer şekilde John Rawls'un siyasî liberalizme getirdiği hukuk temelli yeni yorum ABD'de ciddî bir tartışma yaratmıştır. Ancak toplumumuzdaki "liberallik"münakaşası bunlarla ilintili olmadığı gibi inşa edilen "liberal gelenek" de gerçeklikle fazla uyumlu değildir.
Charles Larmore'un değişik çalışmalarında özetlendiği gibi liberal düşünce on altıncı asırdan beri iki temel tez ileri sürmüştür. Bunlardan birincisi hükûmetin yetkilerine ahlâkî (moral) sınırlamalar getirilmesidir. Bu yaklaşıma göre, hikmet-i hükûmet temelli siyasaların meşrulaştırılması, iktidar sahiplerine dilediklerince yorumladıkları "toplumsal çıkarları" koruma adına istediklerini yapabilme hakkı tanımak yerine hükûmetlerin ötesine geçemeyecekleri sınırların yaratılması gereklidir. İkinci olarak ise "iyi hayat" ın ne olduğunun felsefî düzeyde tek taraflı kararlaştırılması engellenmeli ve bireyler bu alanda farklı görüşler benimseme konusunda serbest bırakılmalıdır. Liberal düşünce birey temelli bir yaklaşımla devletin bu alanda "tarafsız" kalmasının gerektiğini savunur.
Bu, felsefî düzeyde, daha sonra Romantik eleştirilerde de ortaya konulacağı gibi sorunsuz bir yaklaşım değildir. Nitekim Rawls'un temel tezlerinden birisi de Kant ve Mill gibi düşünürlerce savunulan bu tür "felsefî liberalizm"in yerini hukuk temelli bir "siyasî liberalizm"in almasının gerekliliğidir.
Devletle toplum arasında süzgeç vazifesi gören kurumlar ve ara tabakaların bulunmadığı bir gelenekten gelen toplumumuz, daha sonra artan merkeziyetçilik, mahallî yapıların dağılması ve nihayet ulus-devlet inşa edilmesi sonrasında devletin nüfûz ve denetiminin inanılmaz boyutlara ulaşmasından fazla hoşnut olmamış ve ses çıkarabildiği her dönemde otoriter, "tekleştirici," her türlü farklılığı potansiyel düşman olarak gören, meşruiyetini yasakçılıkla sağlayan yaklaşıma karşı tavır almıştır.
Bu aslında doğan çocuğa konulacak isimden kesilen kurbanın derisinin nereye bağışlanacağına inen detaylarda gerçekleştirdiği müdahalelerle bireye özgür yaşama alanı tanımayan, giyilecek kıyafetten, zevk alınması gerekli sanat biçimlerine varan bir alanda neyin "iyi" olduğuna kendi başına karar veren, siyaseti hikmet-i hükûmet temelinde yapan, "kamu yararı" ve "iyi hayat"ı, gereğinde "Cumhuriyet kadını" ya da "Cumhuriyet öğretmeni" benzeri ideal tipler aracılığıyla, keyfemayeşâ tanımlayan zihniyetin de reddidir.
Bu gözle bakacak olursak Türkiye'de bilhassa İttihad ve Terakki iktidarından itibaren ortaya konulan ideolojik muhalefet liberal karakter taşımaktadır. Aslında Sabahaddin Bey'in Teşebbüs- i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet hareketinden Serbest Fırka'ya, Demokrat Parti'den Anavatan Partisi'ne ulaşan Osmanlı/Türk siyasî örgütlenmeleri, siyasetlerini "öyle olmalarının gerektiği" zemininde yâni hikmet-i hükûmet çerçevesinde meşrulaştıran, topluma kendi "iyi"lerini dayatarak bu alanda tartışmayı yasaklayan bir ideolojiyi eleştirmişlerdir.
Sabahaddin Bey zannedildiği gibi liberal olmayıp, fikirlerinin bir bölümünü aldığı Le Play, temeline aileyi yerleştirdiği kuramıyla, Fransız Katolik muhafazakârlığının önde gelen temsilcilerinden birisiydi. Sabahaddin Bey'in Le Play'den ziyade onun görüşlerini farklı yorumlayarak bireye ehemmiyet veren Demolins ve de Tourville'den etkilendiği doğrudur. Ancak bu düşünürler de "birey"i öne çıkaran tezlerini, tıpkı Sabahaddin Bey gibi, liberalizme değil Sosyal Darwinizm'e dayandırıyorlardı. Düşünce hayatıyla ilişkileri daha sınırlı olan Ali Fethi (Okyar), Adnan Menderes ve Turgut Özal da yukarıda zikrettiğimiz otoriter zihniyete karşı çıkarken, Kant, Mill ve Rawls'un eserlerini derinlemesine okumaktan, felsefî ya da siyasî liberalizm temelinde siyasetler inşa etmekten çok baskıcı ve otarşiyi ideal ekonomik düzen olarak gören ideolojik yaklaşımın değişen dünyada ne denli anlamsızlaştığını vurgulamaya gayret ediyorlardı.
Dolayısıyla varlığını sorgulamadan kabullendiğimiz "liberal gelenek" aslında otoriter, tek tipçi, her alanda "iyi"nin ne olduğuna karar verme tekelini elinde tutmak isteyen bir ideolojinin eleştirisinden başka birşey değildir. Bu nedenle günümüzde Türk toplumunda "liberal" sıfatının ABD'deki popüler kullanımda olduğuna benzer şekilde sol düşünce ile ilintilendirilmesi ve entelektüel düşmanlığı içermesi şaşırtıcı değildir. İstisnâlar dışında, bu etiketle yaftalanan kamusal entelektüellerin gerçekte liberal düşünce ve kuram ile fazla alâkaları olmadığı gibi, bizatihi kendileri de bu sıfatı kullanmamaktadırlar.
Ancak "dirlik, düzenlik düşmanı marjinaller" olarak kavramsallaştırılarak, her olumsuzluğun nedeni olarak gösterilemeye çalışılan, kendi ilkelerinden ziyade karşı çıktıkları fikirlerle tanımlanan bu kimseler, aslında liberalizm adına yapmadıkları toplumsal tavır alımıyla, belki de farkında olmadan, çok genel anlamda, liberal felsefeyle uyumlu hareket etmektedirler.
Bu anlamıyla muhafazakârlardan sosyalistlere ulaşan bir yelpazedeki kitlenin, felsefî düzeyde, tıpkı Sabahaddin Bey ya da Turgut Özal gibi, sisteme "liberal" eleştiriler yönelttiği söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, tarafsızlığı zaaf olarak mütalâa eden otoriter bir ideolojinin sultası altında kendilerine bir asırdır sürekli biçimde neyin "iyi" olduğu dikte edilen, farklı fikirler ileri sürmeleri yasaklanan, beşikten mezara sosyalleştirilen toplumumuz bireylerinin ezici çoğunluğu şüphesiz "liberal" dir.
İlginçtir ki, bu anlamıyla "liberallerin" büyük bir çoğunluğa sahip olduğu toplumun yaratıcısı liberal felsefe değil bizatihi söz konusu otoriter ideolojidir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA