TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmalarını 'fiilen' tamamladı. Fiilen dememim sebebi, başta CHP'li üyeler olmak üzere AK Parti temsilcileri dışındaki diğer parti temsilcilerinin Komisyon'un hâlâ devam ettiği iddiaları... Hukukî çetrefilliklere pek alışık olan CHP'li komisyon üyesi Rıza Türmen, anlaşmaya göre bir parti temsilcileri mazeretsiz olarak üç defa toplantıya gelmezlerse Komisyon çalışmalarının biteceğini söylüyor. Demek ki iki toplantı kalmış...
Anadolu'da bir söz vardır: Hani, 'Ben bir hırsız yakaladım, ben bırakıyorum ama o beni bırakmıyor!' derler... Yahu, bu yapışkanlığın ne mânâsı var? Zeytinyağı gibi su yüzüne çıkmak; hem suçlu, hem güçlü olmak deyimini bundan iyi ifade edemezsiniz.
Düşününüz bir defa... TBMM yeni yasama dönemine girdiğinden beri, tecrübeli ve dirayetli Meclis Başkanı'nın başkanlığında kurulan bu komisyon çalışıp duruyor. Çalışmaları yakından inceleme fırsatını buldum. Müzakereler esnasında en büyük tâvizleri hep iktidar tarafı AK Parti temsilcileri vermişler. Ne kadar önem verdiklerini herkesin bildiği 'Başkanlık Sistemi'nden bile tamamen vazgeçmişler. En çok uzlaşma tekliflerini onlar getirmişler.
Komisyon'un kuruluşundan itibaren, aksini talep etme hakları bulunmasına rağmen olumlu ve yapıcı davranmışlar. Milletvekili sayısı ne olursa olsun her siyasî parti aynı üye sayısı ile temsil edilmiş ve hep müşterek oyla karar almışlar.
Anlaştığınız Anayasa maddesi sayısı 60'a yükselmiş. Bunlar üzerinde 4 parti temsilcilerinin de mutabakatı olduğu halde, AK Parti, 'Geliniz hiç olmazsa bu kadarını değiştirelim' deyince, gerekçe belirtmeden sırtınızı dönmüşsünüz.
Buna, 'muhalefet etmek için muhalefet' denir ve halkımız bu yöntemi çok iyi bilir. Bu kafayı değiştirmezseniz hiçbir zaman iktidara gelemezsiniz ve AK Parti'nin Komisyon toplantısına mazeretsiz olarak iki defa daha gelmemesini beklersiniz.
Kusura bakmayın arkadaşlar ama bu hâlinize çok gülüyorum...
Kürdistan tartışması
Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır konuşmasında 'Kürdistan' demesi doğru olmamıştır. Geçen pazar sohbetinde de belirttiğim gibi, gerçi Başbakan bir jest yaparak misafiri Barzani'nin şimdilik hükümran olduğu coğrafyayı kastetmiştir. Lâkin bu dahi yanlıştır. Zira bin yıllık Türk şehirleri, beylik ve eyalet merkezleri olan Kerkük, Erbil, Musul gibi şehirler de bizzat Türk Başbakanı tarafından 'Kürdistan' şeklinde tavsif edilme durumunda kalmıştır.
Kürdistan, Hindistan, Ermenistan vs. gibi isimlendirmeler, genellikle coğrafî bölgeler için değil, siyasî şekilde 'devletler' için yapılır. Osmanlı'da, hem klâsik 'eyalet' hem de son dönem 'vilâyet' teşkilâtlanması çerçevesinde 'Kürdistan' eyaleti veya vilâyeti yoktur (çok kısa bir sürelik istisna haricinde). Osmanlı'nın Musul Eyaleti (Vilâyeti), Musul, Kerkük, Telafer, Erbil, Süleymaniye şehirlerini ihata eden ve aslâ Osmanlı tarafından Kürdistan diye adlandırılmayan idarî birimlerdir.
Mustafa Kemal Paşa'nın (Atatürk) 'Kürdistan' sözünü kullanmasına gelince; Millî Mücadele'nin zor şartları altında bu lâfzın kullanılmasının mevcut durumumuzla ilgisi olmadığı açıktır. Ayrıca, Mustafa Kemal Paşa'nın da hataları olmuştur. Çok pragmatik bir devlet adamı olan Atatürk'ün bu konudaki maksadını tahmin etmek güç değildir.
Başbakan'ın iyi niyetli olduğunu biliyoruz. Lâkin bu iyi niyeti istismar etmeye çalışan ırkçı-bölücüleri hoş görmemiz mümkün değildir.