Sonucun böyle olacağını yüzde yüz tahmin etmeme rağmen çok üzüldüm. İki gündür bu çıfıt dümenine âlet olup gerekçe teşkil edenlere beddua ediyorum ve onları lânetliyorum. Bu alçaklar, Türk de, Türkiyeli de olamazlar. Utanmadan tedhiş sopası olarak suistimal ettikleri Atatürk portreli Türk Bayraklarına da lâyık değiller... Güya kendi vatanları olan Türkiye'nin, 2020 Olimpiyatları'nın İstanbul'da yapılmasının çeşitli oyunlarla kaybettirilmesine sevinerek sırf 'Tayyip kaybetti' diye zil takıp oynayan bu sefil mahlûkata, değil 'Türk Vatandaşı' insan bile denilemez. Sadece 'Allah belânızı versin, bir yerinize kına yakın' diyorum...
***
Tıpkı
Başbakan Erdoğan gibi rahmetli
Özal da Olimpiyatların
Türkiye'de, tabiatıyla
İstanbul'da yapılmasını çok arzu ederdi. Bunun her bakımdan
Türkiye'ye faydalı olacağına samimiyetle inanırdı. Tanıtımdan teknolojiye, altyapıdan ekonomiye kadar, bu projenin
Türkiye'yi kamçılayacağını söylerdi.
1987 yılı sonunda
Millî Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanlığı'na yeni atandığımda beni çağırarak
'Olimpiyatlar'ın 2000 yılında
İstanbul'da oynanabilmesi için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerektiğini söyledi. Ben de bu konuda çok istekli olduğumu ve 12 yıl içerisinde
İstanbul'da gerekli her türlü altyapı ve tesisi hazırlayabileceğimizi ifade ettim. Lâkin, çok sevdiğim
Özal'ı üzme pahasına,
'Elimizden geleni yapalım ama bize yol vereceklerini zannetmiyorum, hele de İstanbulda...' dedim. Bana,
'Bugünün demokratik ve açık dünya düzeninde hâlâ Haçlı ruhu devam ediyor mudur ki?...' cevabını verdi.
O'nun
Başbakan oluşundan 20 yıl sonra, yolunun tâkipçisi olan bir
Başbakan Türkiye'nin başına geldi.
Erdoğan da aynı
Özal gibi muhtemel bir
'İstanbul Olimpiyatları'nın
Türkiye'yi nasıl hoplatacağını fark etti. Üstelik dünyaya
Olimpiyat Projesi'ni en iyi şekilde takdim etti. Eminim ki
O da
Tokyo'nun seçilme ihtimalinin yüksek olduğunu biliyordu. Ancak yılmadı;
Arjantin'e kadar giderek son âna kadar misyonunu taşımasını bildi.
Bir de, 1987 yılı Aralık ayında, merhum
Özal'ın bana sorduğu sorunun cevabını, aradan çeyrek asır geçtikten sonra aldı...
***
Dünkü
Hürriyet Gazetesi'nin manşetinde,
ABD'nin
İstanbul Başkonsolosu ile yapılan ve
'Tarih 1453'te başlamadı' başlığıyla yayınlanan ilgi çekici bir röportaj var:
Başkonsolos Scott Kilner, şehrin
Bizans mirası ihmal edilmiş diyor ve giderayak
Haçlı zehirini akıtıyor. Adam sanki ilk
Haçlı Seferi çağrısında bulunan
Bizans İmparatoru I. Komnenus gibi... Yani demeye getiriyor ki,
İstanbul'un
Müslüman-Türk kimliğini kaldırmadıkça size olimpiyat vermeyiz... Aslında
Tokyo'nun,
Japonya'nın her türlü merkezi olduğunu unutarak
İstanbul'a yüklendiğimizi söylüyor. Bu arada
'Taksim Gezisi Olayları'na da parmak atmayı ihmal etmiyor. Halbuki
Türkiye, en mukaddes mabedi olarak kabul ettiği ve 500 yıl cami olarak kullanılan
Ayasofya'yı dahi
Bizans eseri olarak âbâd etmiş (bu yüzden de çok yanlış yapmış) bir ülkedir.
Bu adamlar,
Allah saklasın
Ayasofya Camii'nde çan çaldırmadan
İstanbul'da olimpiyat yaptırmak istemiyorlar. İşte, sözün özü budur.
***
Bu kadar zamandan beri bir
İslâm ülkesinde
Olimpiyat yapılmamasını başka nasıl izah edersiniz? Bırakınız
İstanbul'u, uzun süre yeni
Firavunlar tarafından idare edilen
Mısır'da ya da daima bendeleri olan
Suudî Arabistan'da dahi olimpiyat yaptırılmamıştır.
Son dönemde ortaya çıkarılan doping olayları ve büyük futbol takımlarının şike rezaletleri, güya
İstanbul'un 8 yıl sonraki gülünç asayişsizlik iddiası bir yana, olayın tamamen politik ve ideolojik olduğu;
siyonist-evangelist odakların,
Gezi Olaylarını ve
Türkiye'nin
Orta Doğu politikasını kullandıkları apaçık ortadadır.
***
Peki o halde şimdi ne yapmalı?
1. Tarihte
Türk devletlerinin kendi aralarında yaptığı gibi,
'İslâm Olimpiyatları'nın sinyali verilmeli.
2. Bir taraftan da bütün bu hakikatler bilinmesine rağmen
'2024 Olimpiyatları' için çalışmalara başlanmalıdır.