Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde, geçen pazar 'Âkil Adamlar' başlığıyla yayınladığım yazımın devamı mahiyetinde olan 'Aydınlar' meselesini ele alacağım. Hemen belirteyim ki, Türkiye'nin çok ciddî bir 'aydın' sorunu vardır.
Aydın yabancılaşması
Efendim, 'Büyük Türkçe Sözlük'te (Mehmet Doğan) 'münevver' (aydın) karşılığı olarak 'ışıklı, bilgili, kültürlü, entelektüel' denilmiş. Ayrıca, Azerî lehçesinde kullanılan 'ziyalı' ve 'aksakal' sözleri Türkiye'de de sevilmiş ve benimsenmiş bulunuyor.
Mehmet Doğan, 'aydın' maddesinde iki önemli kavramı şöyle açıklıyor: 'Aydın despotizmi': Aydınların hâkimiyetlerini sürdürmek için kendi dışlarındaki oluşumlara karşı takındıkları baskıcı tavır. 'Aydın yabancılaşması': Bazı ülkelerde, tahsil ve bilgilenme sonucu kendi toplumunun değerlerinden, içinden çıktığı halktan uzaklaşma şeklinde ortaya çıkan okumuş tavrı.
Doğan'ın çok güzel ifade ettiği 'yabancılaşma'ya şunu da ilâve edeyim. Bizim 'yabancılaşmış aydınlar'ın çoğunluğu, çok yönlü bilgi ve kültüre sahip değillerdir ve körü körüne aynı yanlışları savunurlar.
Aydın ihaneti
Efendim, hep aynı kişilerden oluşan mâhut aydın bozuntularının, hiçbir millî meselede bir araya gelmezken, Ermenici ve Kürtçü hayranlıkları devam ediyor. Bize göre 'aydın ihaneti' içinde olan bu grup, Türkiye'nin ve Türk Milleti'nin menfaatleriyle hiç ilgilenmemekte; hattâ Türkiye'nin tezlerine ne kadar karşı çıkarsa, o kadar 'aydın' sayılabileceğini zannetmektedir.
Bu sözde aydınlar, genellikle çifte standartlıdır. AİHM'nin Apo ve başörtüsü konusundaki kararlarını alkışlar; öğrenim hürriyetinin engellenmesine sırtlarını döner ve darbe dönemlerinde baskılar karşısında suskun kalırlar. Lâkin, 'resmî tarih'e karşı çıkma iddiasıyla Ermeni diyasporasının iddialarını savunur; ırkçı-bölücü Kürtçülerin hâmiliğine soyunur; Türkiye ve Türkler hakkındaki bütün itham ve iftiraların sözcülüğünü yaparlar... Tamamiyle 'yabancılaşmış', 'gayrimillî' ve Türk toplumunun kültürel değerlerinin dışındadırlar.
Kompleksli aydın güruhu
Efendim, bu 'kompleksli aydın gürûhu', hiçbir zaman kendi milletlerine, kültürlerine ve medeniyetlerine değer vermemişler ve kendi toplumlarını daima hor görmüşlerdir. Derme çatma öğrendikleri yabancı dillerini bir fâikıyet sebebi olarak telâkki edip, Türkiye'ye ve Türk Milleti'ne İngilizce, Fransızca gözlüklerden bakmışlar; mühtedîlere ve uşaklara mahsus bir aşırılıkla, Türkiye üzerindeki yabancı tezleri şiddetle savunmuşlardır. Bir zamanlar 'Sovyetler Birliği'nin çocuğu' olmakla övünmüşler, silâhlı kuvvetleri 'devrim'e zorlamışlar; devran dönünce de liberal ve demokrat kesilerek kendilerini Batı'nın âguşuna bırakmışlardır.
Türkiye, 19. asırdan itibaren yoğun bir 'aydın ihaneti'ne mâruz kalmıştır. Fransa'ya kaçarak kendi vatanları ve milletleri aleyhinde faaliyet gösteren 'jöntürkler' de; Bedri Rahmi'nin, 'Herifçioğlu Sen Mişel'de koyuvermiş sakalı' dediği daha sonraki nesiller de aynı zincirin halkalarıdır. Batılı anlamda ilk üniversitenin rektörü Hoca Tahsin Efendi'ye, 'Âleme gelmiş sayılmaz, gitmeyenler Paris'e' diye beyit dizdiren; kendi devletinin başkanına suikast teşebbüsünde bulunan Ermeni komitacısına 'Ey şanlı avcı' diye hitap ederek 'Attın, fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!' diye şiir yazdıran, hümanist geçinen 'kompleksli aydın' ile Taşnak ağzıyla diyaspora müfterilerinden özür dileyenler hep aynı zihniyetin temsilcileridir.
Türkiye'nin modernleşebilmesi için Batı'dan damızlık erkek getirilmesini teklif eden Abdullah Cevdet'in iğrenç zihniyeti, ne yazık ki bugün ihanet içindeki 'yabancılaşmış aydın'da aynen devam etmektedir.