Sevgili Okuyucular, Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923 tarihinde kurulmadan kısa bir müddet önce, Türkiye'nin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) kuruldu. Cumhuriyetin yeni kadroları İttihatçılar'dan uzak durmaya çalışırken, 'Merkez-i Umûmî Cuntası'nın tahakkümünde bir dikta partisine sahip olmuştuk.
Tek parti CHP'si
Efendim, 1923 ile 1950 arasında devam eden 27 yıllık 'Tek Parti Dönemi'nde çok partili bir demokrasiden bahsetmek aslında abesle iştigaldir. Lâkin, 1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın (TCF) kuruluşundan itibaren Türkiye'nin bir demokrasi ve tekelci muhalefet sorunu su yüzüne çıkmıştır.
Aradan bir sene geçmeden TCF bin türlü uydurma iddiayla kapatılmıştır. Bu arada 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın (SCF) bizzat CHP diktası tarafından kurdurulması ve üç ay sonra kapatılması da bize mahsus bir garabet örneğidir.
Tâ o yıllardan itibaren CHP'liler, içine düştükleri şu temel çelişkiyi çözümleyememişlerdir. Bir yandan 'Cumhuriyet'in kurucusu biziz' diye tek parti dönemindeki bütün zulüm, baskı ve yanlışlıklara sahip çıkmışlar, diğer taraftan da 'O tek parti dönemiydi, bizi ilgilendirmez' demeye getirmişlerdir. Hem bu dönemde yapılan her türlü hatayı benimseyeceksin hem de aynı dönemi reddedeceksin! Bu tezat yıllardır halkın gözünden kaçmamıştır.
1950-1960 dönemi muhalefeti
Efendim, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra İnönü'nün hiç niyeti yokken Demokrat Parti'nin kurulmasına izin verilmesi, aslında o zamanki Türkiye'nin Sovyet tehdidi altında Batı'ya sığınmasının bir sonucudur. Netice olarak 1946 komedisinden sonra 14 Mayıs 1950'de gerçek demokratik bir iktidar kurulmuş ve yılların tek parti despotizminin bilinen adresi CHP ise 'Ana Muhalefet Partisi' olmuştur.
Lâkin, 1950'den sonra 1954 ve 1957 seçimlerini de Demokratlara karşı açık farkla kaybeden CHP, zaten bir türlü benimseyip alışamadığı sandıktan ümidini keserek kendini tahrik ettiği cuntacıların aguşuna terk etmiş ve istikbalini militarist müdahalelere bağlamıştır.
Ortanın solu ve ideolojik denemeler
Efendim, halkın değerleriyle bir türlü bütünleşemeyen CHP, bu defa da 'ideolojik evrim' geçirmeyi denemiş ve 'ortanın solu'ndan başlayarak, 'Sosyal Demokrasi', 'Demokratik Sol' diye çok çeşitli ve karışık ideolojik tezlerin esiri haline gelmiştir. Bu tezler içinde en fazla tesirli olan, CHP'nin temelindeki çelişkiyi kabullenip 'Tarihi Yanılgı' şeklinde ifade eden Ecevit'in tezidir. Bu yaklaşım, ilk defa CHP'yi öne geçirebilmiş, ancak ne yazık ki teorik söylemlerden ibaret kalan ve kendi aralarında bol bol çekişmelere sebep olan gelişmeler CHP'nin 'muhalefet' olarak büyümesini engellemiştir.
Günümüzde Türkiye'nin en büyük siyasî sorunu, çok ciddî bir 'muhalefet eksikliği'nin bulunmasıdır. Daima birbirlerini yiyen Sosyal Demokrat'lar, hiçbir yeni ekibe geçit vermeyen liderler ve liderlerini kasetlerle deviren ekipler... Bu arada, bütün temel sorunlarda birbirlerine karşı olan ve kavgalı bulunan parti yöneticileri ve milletvekilleri...
Böyle bir tablodan ciddî bir muhalefetin ve iyi işleyen bir demokratik mekanizmanın çıkması elbette kolay değildir. Biliyorum içinizden, 'Peki, o halde ne yapalım?' diye geçiriyorsunuzdur. Herhalde Ana Muhalefet Partisini yönetecek olan da AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan değildir. Onun için CHP'nin bu tulûata bir son verip toparlanması, sadece kendi bakımından değil, Türk Demokrasisi bakımından da zorunludur.