Türkiye'de, çok partili demokratik rejime geçildiğinden beri, yani yaklaşık altmış yıldır halkımız merkez sağ partileri iktidara getirmiştir. Zira genellikle ana muhalefet görevi verilen CHP, bir türlü geniş halk kitlelerinin desteğini kazanamamıştır. Bunda, CHP'nin halkın değerlerinden uzak kalışı başta olmak üzere, hâlâ tek parti geçmişinden kurtulamayışının da rolü vardır.
1950'den sonra 1954 ve 1957 seçimlerini de kaybeden CHP jakobenizmi, sandıktan ve millet iradesinden ümidini kesince, 27 Mayıs'tan itibaren antidemokratik yollara sapmış; militarizmin ve jüristokrasinin desteğini aramıştır. 27 Mayıs'ta ortaya çıkan, 'CHP + Ordu = İktidar' formülü bu arayışın bir neticesidir.
Merkez sağ iktidarlar karşısında yıllarca 'irtica', 'bölünme' ve 'terör' gibi konuları kullanarak antidemokratik militarist odaklara sırtını dayayıp milletin kendisine vermediği iktidara filen ortak olan CHP muhalefeti, 27 Nisan 2007 Muhtırası'na karşı koyan, darbeci odaklarla cesaretle mücadele eden ve 12 Eylül Referandumu ile jüristokrasinin belini kıran AK Parti İktidarı karşısında millet iradesi dışındaki desteklerini kaybetmiştir.
***
Tek siyasî partinin oyların önemli bir çoğunluğunu toplayarak iktidara gelmesi, demokratik rejimde siyasî istikrar ve iktisadî gelişme bakımından arzu edilen bir durumdur. Tabiatıyla iktidardaki partinin muhalefetin siyasî haklarına riayet etmesi ve önceden tespit edilmiş siyasî kurallara uygun davranması gerekir. Lâkin, muhalefet partilerinin de seslerini duyurabilmek için siyasî muaşeretin ve geleneklerin dışına çıkmaması lâzımdır.
1950'den bu yana demokrasimiz incelendiğinde, muhalefetin ana tezinin, iktidardaki siyasî partinin vesayet kurduğu ve
'sivil dikta'ya kaydığı iddiası olduğu görülecektir. Millet iradesiyle seçilmiş demokratik iktidarlara karşı ileri sürülen en tipik itham, meşru iktidarın dikta eğilimi gösterdiği ve bir vesayet rejimi kurarak sivil dikta uygulamasına giriştiğidir.
Son dönemde
AK Parti vesayeti iddiasında bulunanlar, bize
27 Mayıs öncesindeki
CHP muhalefetini ve
İnönü'nün şu sözlerini hatırlatıyor:
'Bu demokratik rejimi istikametinden ayırıp baskı rejimi hâline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam... Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilâl meşru bir haktır'.
İnönü, bu sözleriyle
27 Mayıs Darbesi'nin fitilini ateşlemişti.
Bütün mesele,
CHP muhalefetinin başarısızlığı içine sindiremeyişidir.
12 Haziran seçimlerinden sonra başlayan yeni yasama dönemi de başlangıcından itibaren bu kompleksin tezahürleriyle doludur.
Yeni Anayasa çalışmaları konusunda bu eğilimin dışında kalınmasını temenni ediyoruz.
***
Andy-Ar Araştırma Merkezi'nin,
'Bu pazar seçim olsa ne olurdu?' sorusuna verilen cevapta,
AK Parti'nin yüzde 55.6;
CHP'nin yüzde 19.8 ve
MHP'nin yüzde 15.3 oranında oy alacağı görülüyor. Buna göre,
12 Haziran sonrası dönemde
AK Parti oylarının rekor seviyede arttığı, yapıcı muhalefette bulunan
MHP oylarının da yükseldiği, buna karşılık hırçın muhalefeti tercih eden
CHP oylarının ciddî şekilde azaldığı anlaşılıyor. Demek ki,
CHP ve
BDP'nin
AK Parti vesayeti ve sivil dikta iddialarına karşılık, kamuoyunun iktidarın icraatından pek de şikâyetçi olmadığı görülüyor.
PKK ve
KCK'nın iyice köşeye sıkıştırıldığının farkında olan ve varlık sebebini teröre bağlayan
BDP'nin hırçınlığını anlamak mümkündür. Önceki akşam
TBMM'de
İçişleri Bakanı aleyhindeki gensoru görüşmeleri sırasında
BDP'nin sergilediği azgınlığı anlıyoruz. Lâkin,
CHP ana muhalefeti,
BDP'nin bu tavrını istismar ederek,
Kamer Genç gibi provokatörleri kullanarak, içtüzüğün demokratik haklarını suiistimal ederek demokratik rejim ve kendi yararına bir noktaya ulaşamaz.
Yoksa, bu tahriklerin ve yıkıcı muhalefetin arkasında gene antidemokratik müdahale hesapları mı yatıyor?