1923'te Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilân edildiğinde, 1922'lerde Millî Mücadele sırasında başlayan batıyla ilişkili diplomasi, daha da geliştirildi.
Atatürk'ün dış politikası batıya yönelikti. Zira batılı demokratik devletler gibi demokratik bir gelişimin ve ilerlemiş bir Türkiye'nin özlemini duyuyordu. 1926'daki Ankara Anlaşması'na gelinceye kadar Mîsâk-ı Millî sınırlarının geriye çekilmemesi gerektiğini söylemiş ve Kerkük, Musul başta olmak üzere özellikle Hatay'ın Türkiye'ye ilhâkı konusunda samimiyetle gayret göstermiştir.
Bu arada, Afganistan, İran, Irak gibi ülkelerle ve Balkan ülkeleriyle diplomatik münasebetler geliştirilmiştir. Ancak, Atatürk'ün hayalindeki Türkiye bu değildi. O, Osmanlı'ya tepkili olsa da Düvel-i Muazzama içinde yer alan Osmanlı'nın mirası üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin küresel bir güç hâline gelmesini hayal etmiştir. Atatürk'ün bu idealleri ikinci adam İnönü ve CHP yetkililerince hiçbir zaman doğru anlaşılmamış; bilhassa vefatından sonra İkinci Dünya Savaşı bahane edilerek Türk dış politikası atâlete ve pasivizme mahkûm edilmiştir. Özellikle Şeflik Dönemi'nde yönetimin çekingenliği âdeta bir zillet haline bürünmüş; Savaştan sonra bize sunulan Oniki Ada'nın dahi alınmasına cesaret edilememiştir.
***
Rahmetli
Menderes döneminde, batılı ittifaklar içindeki aktif rolümüz ve özellikle
Kıbrıs konusunda imzaladığımız
Londra ve
Zürih Anlaşmaları bu sönük dış politika içinde geçici olarak yıldızlar gibi parlamıştır. 27 Mayıs'tan sonra
DP'nin mirasına oturarak iktidâra gelen
AP'nin ve
Demirel'in dış politika konusundaki görüşleri ve tutumu aynen
Şeflik Dönemi'nin devamı gibi değişmeden süregelmiştir. Bu arada, bu klasik pasivist dış politikaya istisna olarak
Ecevit'in
Barış Harekâtı'nı görüyoruz.
Merhum
Özal, bu klasik somnambül dış politikayı değiştirmeye çok uğraşmış ve belirli mesafeler kat edebilmiştir. Ancak, hayal ettiği dinamik ve güçlü dış politikayı uygulama konusunda hep engellenmiştir. Gene de
Türkiye'yi sabit bir uydu ekseninden alıp, çok taraflı dünya ilişkilerinin ortasına getirebilmesi
O'nun için büyük bir başarıdır.
Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve
Ahmet Davutoğlu üçlüsü,
Türk dış politikasında gerçek bir devrime imza atmıştır.
Türkiye, daha dokuz sene önce kangrenleşmiş dış politika sorunlarıyla vaktini heba eden, sadece kendi bölgesinde sesini duyurabilen ve dış politika bakımından dünyada fazla etkili olamayan bir ülkeydi.
Türkiye'nin dış politikası, bu kısa dönem zarfında köklü bir değişime uğramış ve
Türkiye sadece bir bölge ülkesi olmaktan çıkarak, dünya çapında tesirli olan önemli bir küresel faktör hâline gelmiştir. Bunu görmemek için ya kör ya da nankör olmak lâzımdır.
AK Parti siyasî iktidarının ve
Başbakan Erdoğan'ın dünya politikasındaki rolünü bir tek bizim
CHP dışında takdir etmeyen yoktur. Bugün
Erdoğan, Gül ve
Davutoğlu dünyanın en tanınmış ve başarılı politikacıları arasında sayılmaktadır.
CHP'nin ana muhalefet partisi olarak bazı tenkitlerini anlamak, hatta ona hak vermek mümkün olabilir. Ama,
Kılıçdaroğlu'nun ağzını doldura doldura
'Türk dış politikası iflas etmiştir' iddiasına inanan kimsecikler var mıdır, hiç sanmıyorum...
***
Kılıçdaroğlu,
Türk dış politikasını, hâlâ
CHP'nin Şeflik Dönemi'ndeki pasivist dış politika zannediyor.
CHP, 2001'de meydana gelen olayları aynen eski
CHP'nin gözlüğüyle değerlendiriyor. Yoksa, gözünü kırpmadan, vahşice kendi halkını katliama tâbî tutan
Baasçı totaliter
Suriye'yi savunabilir misiniz? Ya da
Hüsnü Mübarek'in düşürülmesine endişe edebilir misiniz? Hele saldırgan
İsrail'in yanında yer almanın ne âlemi vardır?
Türkiye, her hâlükârda
'komşularla sıfır sorun politikası'nı başarıyla uygulamaktadır.
Yunanistan başta olmak üzere, savaşa rağmen
Irak, İran, bütün
Ortadoğu, Balkanlar ve
Kafkaslar bu politikanın içinde yer almaktadır.
Türkiye, Ermenistan'la
Ermenistan Devleti kurulduktan sonra ilk defa bu devrede ilişkiye girmiş; bunu yaparken de
Azerbaycan'ı üzmemeye âzamî dikkat göstermiştir.
Suriye ile ortak menfaatlerimiz çerçevesinde yakınlaşma politikası da doğru bir politikadır. Ancak,
Suriye'deki eli kanlı
Baas Rejimi gerçek yüzünü gösterince bu durum diplomatik münasebetlerin önüne geçmiştir.
***
Kim ne derse desin, bugün
Türk dış politikası zirveye ulaşmıştır. Bu büyük başarı
Başbakan Erdoğan,
Cumhurbaşkanı Gül ve özellikle
Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından kazanılmıştır.
Kılıçdaroğlu'naen kısa zamanda Baasçı ve diyasporacı gözlüğünü çıkarmasını tavsiye ediyoruz.
Not: Önceki günkü yazımız üzerine Emniyet Genel Müdürü Mehmet Kılıçlar arayarak Tunceli'de şehit edilen polislerin Özel Harekâtçı olmadığını belirtti. Kendisine teşekkür ediyor, düzeltiyoruz.