Sevemedim gitti! Yemin ederim seveyim diye çok uğraştım…
Minnoş, mum ışıklı yemekler denedim, hediye konusunda tüm yaratıcılığımı kullandım, çiçekler alıp kalp kalp kalp moduna geçmeye çalıştım. Olmadı olmadı olmadı…
Şu Sevgililer Günü olayı beni hiç mi hiç cezbetmedi. Bir de dün moda editörümüz İdil Demirel'in yazdığı haberi okuduktan sonra konudan buz gibi soğudum.
Durum şöyle: Forbes dergisi geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir makalede insanların yüzde 53'ünün Sevgililer Günü'nü bir hediye ya da aktivite ile kutlamayı planladığını yazmış… Eeee olabilir, kız tarafı isterse erkek eli mahkum kutlayacak!
Yüzde 27'si özel bir şey yapmasa da en azından evde birkaç cümle ve yemekle kutlama kararı almış. Bu da makul, kolay gelsin…
Şimdi bu cümleye dikkat…! Kutlamaya geçtiğimiz yıl yaklaşık 164 dolar ayırılırken bu yıl fiyat artışlarının da etkisiyle kişi başı yaklaşık 175 dolar harcanması bekleniyor.
Ya Ramazan'da Diyanet İşleri Başkanlığı'nın fitre hesabı açıklaması gibi, Sevgililer Günü Kurulu kişi başı 175 dolar harcama beyanatı vermiş…! Hayda…!
Yani diyetiniz 175 dolar hanımlar beyler… Aslında sadece beyler… Sevgililer Günü demek, erkeğin kadını yemeğe çıkarması ve hediye alması ve çiçeklere boğması olduğuna göre, 175 doları kenara atan, ilişkiyi kurtarır…
Konuya bir tek ben böyle tepkisel yaklaşmıyorum bence, gelen basın bültenleri içinde bir tanesini çok yaratıcı buldum. İstanbul'un eğlence ve etkinlik merkezi dekk, "Eski sevgiliden az kullanılmış eşya" başlıklı bir çağrı yapıyor. Eski Sevgili Pazarı kurarak misafirlerine eski sevgililerinden kalan eşyaları satmalarına fırsat tanıyorlar. Bulunmaz fırsat…!
Ben genelde boğazın serin sularına atardım, su gibi gitsin diye… Tarkan konuya 'Yak bütün fotoğrafları, ona ait bütün eşyaları' diye yaklaşmıştı zamanında. Ama bu satma fikri çok yaratıcı. Suya atmaya, yakmaya ne gerek var, sat gitsin… O parayla ağaç dik.
TRİP BİZİM ATA SPORUMUZ
Sevgililer Günü'nden konu açılmışken, size birkaç psikolojik işkence tekniği de önereyim isterim… Aslında öneriyi ben yapmayacağım. Sahi Kitap'tan Haluk Tatar imzalı bir kitap çıktı… Son kitabı Psikolojik İşkence Teknikleri'nin büyük bölümünde ilişkide hangi cümlelerin insanlara işkence gibi geldiğini anlatıyor. Konu ikili ilişkiler olunca işkence cümlesi konusunda bizim toplum bir numara! Düşünün, 'Atar' diye bir kavramı biz Türk kadınları icat ettik, trip bizde ata sporu…
İşte buradan yola çıkarak birkaç cümlenin alt metnine vurgu yapmış Haluk Tatar:
NEYSE BEN BİR ŞEY DEMİYORUM
Aslında diyecek bir şeyim de yok. Ben bunu dedikten sen kendini herhangi bir şey için suçlu hissedecek misin? Belki öylesine hiç beklemediğim bir şekilde yine kölem olursun.
BEN NEYİM Kİ ZATEN? KİMİM BEN?
Ciddiyim ben kimim zerre fikrim yok. Eğleniyoruz ama senin için değerimi anlamam lazım. Böyle saçma sorularla gözünde iyice ucuzlayayım.
ÖLSEM DE KURTULSAN
Seni tehdit edecek elimde bir şey kalmadı. Ölüm ya da hastalığım gibi sefil durumlarımla tehdit ediyorum.
TAMAM YA, NE KIRILACAĞIM
Anaokulu sonrası gelişimim durdu. Bebek gibiyim. Böyle anlamsız küserim ben.
İŞİM GÜCÜM YOK BİR DE SANA TRİP Mİ ATACAĞIM…
Aslında aylağım. Boşum. Öyle boşum ki, senin gününü nasıl tatsız hale getiririm diye iki saatten fazla düşündüm.
VALLA KIZMADIM!
Kızgınlığımı dürüstçe anlatacak kelime ve toto yok bende. Karakterli olsam ve neden kızdığımı anlatsam da bunların saçma gelmesinden korkuyorum. Kızdım.
YOKSUN ARTIK BENİM İÇİN
Sakın beni bırakma. O kadar değerlisin ki, ancak yokluğunla seni tehdit edebilirim. Bak senin için ben yokum bile diyemiyorum.
BEN CAHİLİM TABİİ. BEN APTALIM. BEN SALAĞIM
Anlamıyorum ki, ne diyorsun. Ezik yetiştim ben. Tek kozum kendimi gömmek. Sen beni öv, yücelt.