Fenerbahçe eski Başkanı Aziz Yıldırım ve yöneticilerin, Futbolda Sözde Şike Kumpası davasında beraat kararının Yargıtay 5. Ceza Dairesi tarafından onanmasının ardından Fenerbahçe Kulübü'nün yaptığı uzun basın açıklaması "Şimdi hesap zamanı" diye bitiyor.
Gerçekten hesap sorulacak mı? Davalar açılacak mı?
Örneğin şike soruşturması sürecinde TFF Başkanı Mehmet Ali Aydınlar, "Fenerbahçe dava sonucunda beraat eder, disiplin kurullarında suçsuz bulunur ve CAS'tan davayı kazanırsa, parayı tahsil etmeleri için federasyona gitmelerine gerek yok. O durumda 45 milyon Euro'luk tazminatı cebimden ödeyeceğim" demişti.
Aydınlar sözünü tutacak mı?
ARIBOĞAN VE EKİBİ
Sahi bir Lütfi Arıboğan ve ekibi vardı, ne oldu onlara? Hiç ortalıkta yoklar.
Oysa şike soruşturması sürecinde Arıboğan, Ebru Köksal ve İlhan Helvacı, TFF adına aktif görev yapmışlardı. Bu üçlünün UEFA'ya, FETÖ terör örgütü üyesi oldukları anlaşılan polislerin hazırladığı fezlekeleri gönderdikleri önü sürüldü. FETÖ'cü savcı ve polislerin düzenlediği bazı belgeleri, UEFA'dan Pierre Cornu'ya verdikleri de söylendi.
O belgeler sayesinde şikeyle ilgili henüz hiçbir şey kanıtlanmamışken Fenerbahçe'ye yaptırım uygulandığı iddia edildi.
Şike soruşturmasını inceleyen UEFA Başmüfettişi Pierre Cornu, Türkiye'ye geldiğinde Lütfi Arıboğan ile İlhan Helvacı tarafından karşılanmıştı.
Cornu'nun TFF yetkilileriyle yaptığı toplantıda "Fenerbahçe'nin şike yapmadığına dair yüzde 1 bile olasılık yok mu?" diye sorduğu ve adını vermediği TFF yetkililerinin "Hayır" cevabı aldığı ortaya çıkmıştı. O toplantıda Aydınlar, Arıboğan ve Helvacı bulunuyordu.
UEFA'dan gelen "Fenerbahçe'yi Şampiyonlar Ligi'ne gönderip göndermemek sizin kararınız, biz sorumluluk almıyoruz" yazısını Arıboğan'ın sümen altı ettiği iddia edildi.
Hüküm verilmemiş bir dava hakkında UEFA'ya defalarca mektup yazan kişinin de Arıboğan olduğu öne sürüldü.
Kendisine yöneltilen suçlamalarla ilgili Arıboğan "Hırsızın hiç mi suçu yok?" diye meşhur bir konuşma yapmıştı.
Daha sonra dava devam ederken Arıboğan, Köksal ve Helvacı, üçü birden Galatasaray'da yönetici oldu!
Yargıtay da şike davasına FETÖ kumpası dediyse, bu kumpasta emeği geçenlerden hesap sorulmalı! Bakalım hesap sorulacak mı yoksa yine her şey lafta mı kalacak!
***
İNDİRİM HAYAL Mİ?
BİM Üyesi Galip Aykaç, zamların geri alınması yönündeki beklentiye "Alış fiyatımız düşmeden, indirim hayal" diye karşı çıktı.
Halka, 'Siz anlamazsınız' yaklaşımını hiç sevmem! Kuantum fiziği değil ki bu!
Marketler başta raf ömrü uzun olan ürünler olmak üzere birçok ürünü aylar öncesinden alıp depolara koyar.
Dolar yükselmeye başlayınca marketler önce raflardaki ürünleri azalttı. Dolar zirve yapınca da depodaki, kur düşükken alınan ürünlere dolar bahane edilerek zam yapıldı! Aklımızla dalga geçmeyin!
***
TOGG'UN BAGAJINI AÇMAK NEDEN YASAK?
İhlas Haber Ajansı muhabiri Uğur Uslubaş, yerli otomobil TOGG'un son halini canlı yayında gösterirken, aracın bagajını açtı. Hemen bir görevli koştu "Bagajı açmıyoruz ya" diye bağırarak, bagajı sertçe kapattı.
Galiba bagajın açılmaması için muhabirler uyarılmış. Uslubaş yanlış yaptı ama muhabirin düştüğü durum TOGG için bir iletişim hatasıydı.
Araç tanıtımlarında modeller görev alır, sarı yelekli görevliler değil! Şimdi herkes o bagajda ne vardı diye merak etti.
Siyah bir kutu vardı sanki, bagajın tasarımı henüz bitmemiş anlaşılan. Ee o zaman da önlem alırsın bagajı kitlersin!
Öte yandan TOGG'un tasarımı etkileyici, fiyatı da makul olursa otomobil piyasasında kartlar yeniden dağıtılır!
***
İNSANLAR SOSYAL MEDYANIN KÖLESİ
Öncelikle bu yazı spoiler (Sürpriz kaçıran bilgi) içerir! 'Don't Look Up'ın çıkış fikri güzel, oyuncu kadrosu iyi. İroni zaman zaman zirve yapıyor ama çok güldürmüyor.
Senaryo gelişiminde hatalar var sanki. Tempo düşüyor, bir yerden sonra hikaye sıkıyor.
Filmi, milenyum çağında yaşadığımız cehalete dikkat çekmesi açısından önemli buluyorum. Bilgiye ışık hızıyla ulaşıyoruz, enformasyon çılgınlığı yaşıyoruz ama sosyal medya, haberi kolay tüketilsin diye ucuzlatıyor.
Yani ABD Başkanı'na, dünyanın yok olacağını yüzde 100 doğrulayan bilimsel gerçeğe inandırmak için bile sosyal medyada gündem olmanız gerekiyor! Tıpkı Kovid-19'un Çin'de çıktığında önemsenmemesi gibi.
Elbette bunda Çin'in virüsle ilgili bilgileri bir süre gizlemesinin de payı vardı. Avrupa'da hastanelerin yoğun bakım merkezleri iflas edince tehlikenin boyutunu gördük ama atı alan Kovid-19, çoktan Üsküdar'a geçmişti.
***
'DUYARCILIK' TERÖRÜ!
Elon Musk, bir söyleşisinde 'duyarcılık' tavrını eleştirdi: "Mizah yapmak sorun yaratmamalı. 'Duyarcılık' komediyi yasa dışı bir hale getirmeye çalışıyor, bu da iyi değil. Mizahın olmadığı, nefret ve kınamayla dolu bir toplum mu istiyoruz?" dedi.
Musk 'duyarcılığın' kötü insanlara, sahte bir erdem zırhıyla zalim davranabilmeleri için bir kalkan sağladığını belirtti.
10 numara, beş yıldız bir açıklama. Sosyal medya yüzünden 'duyarcılık' virüs gibi yayıldı. Ve köşe yazarları, stand-up'çılar, TV yorumcuları vs. işi fikrini söylemek olanlar 'duyarcı terörüne' maruz kalıyor.
BUNUN ADI İPTAL KÜLTÜRÜ!
Artık yorum ve espri yaparken oto kontrol devreye giriyor. "Aman bir topluluk, bir ırk, bir düşünce, bir akım, bir cins hakkında yanlış ifade kullanmayayım, aman taksicileri, esnafı, hemşireleri kızdırmayım" diye düşünüp kontrollü yazıp, konuşuyoruz.
Musk'ın da dediği gibi mizah yapmak sorun yaratmamalı. "Mizah işte deyip" geçilmeli.
'Duyarcıların' çoğunun amacı da bir konuda duyarlı olmak değil 'duyar satmak'. Kendilerinin ne kadar vicdanlı, dürüst olduklarını göstermek için sürekli başkalarına kızıp, linç ediyorlar. Buna da 'İptal Kültürü' (Cancel Culture) deniyor. Sosyal medya aslında insanları özgürleştirdiği kadar kısıtlıyor ve hoşgörüsüzlüğü körüklüyor.