İstanbul'un taşına toprağına, "Üç selpak bir milyon ablaaa" çocuklarına, kaosuna, Beyoğlu sokaklarına, yirmi dört saat hizmette kusur etmeyen dürümcüsü, dönercisi, Ayvalık tostçusuna, 'Amca, dayı, abi' ile başlayan cümlelerin her kapıyı açmasına kurban! Üzerinize afiyet, geçen hafta Danimarka'daydım... Kopenhag yakınlarındaki Roskilde Müzik Festivali'nde... Şimdi müziğe kaptırıp okuyucuyu baymak mı? Asla! Ben yediğim, içtiğim, gördüğüm, gezdiğimi çiziktireceğim... Carlsberg ekibinden dediler ki; "Kamp yapılacak", dedim "Kamp bizi bozar", dediler "Bu kamp başka kamp, çadır madır en lüksünden"... İyi bari oyun bozanlık etmeyelim, kamp işini deneyimleyelim... Haşmet Babaoğlu, Hürriyet'ten Kanat Atkaya, Aktüel'den Mehmet Tez, Radikal'den Tümay, Carlsberg'in kızıl güzeli Ece ve uçağı kaçırıp Frankfurt üzerinden festivale dalış yapan Gökhan döküldük yollara... Önce 62 yaşındaki Hintli tur rehberimiz Fatima ile şehir turu... Börtü böcekli Tivoli parkı, kraliyet sarayı, ardından kanunların geçmediği, vergi ödemeyen hippilerin cigara tüttürdüğü, grafitti duvarlı, upuzun sakallı abilerin, mini jean şortlu kovboy çizmeli ablaların dolandığı Christiania... Ve ille de Danimarka'nın simgesi 'Little Mermaid' yani deniz kızı... Danimarka'nın simgesi bu mu yani? Tam bir hayal kırıklığı deniz kızı... Bir de caddeleri var bizim Beyoğluvari. Yüzlerce insan alışveriş yapıp dolaşıyor ve çıt çıkmıyor. Mango, Zara ve Accessorize orada da kadınların istilasında! Hey gidi Eminönü'm, İstiklal Cadde'm, Ortaköy'üm heeey! Bu Danimarka'da hayat yok hayat. Yemekleri de berbat! Restoranların yanından geçerken nefes aldınız, yandınız. Ayak bile daha iyi kokar... MC Donald's olmasa aç kalmıştık vallahi! Fatima'ya Danimarkalı erkekleri sordum, bin ah duydum. Oranın abileri biraları gömmeden kendilerine gelemez, güzel söz söylemeyi bilmez ve çok bencillermiş. Eh 'beterin beteri var' işte. Gelelim festival ortamına. Biz bir kısım medya, Tuborg'un özel alanında kalacakmışız, Ama önce kayıt kuyruğu... Bekle babam bekle, saat oldu gecenin dokuzu, velhasıl bu diyarlarda hava gece yarısından önce kararmıyor... Bir yudum su bulmaya imkan yok! İlle de sırada bekleyeceksin... Aaah vatanım ah! Şimdi bu festival ve kuyruk hadisesi vatanımda cereyan edecekti de girişimcim bizi aç susuz bırakacaktı ha. Ekmek arası köfte, mevsimine göre sütlü ya da patlamış mısır, popolara minder, "Su su soğuk suuu" eksik olur muydu hiç? Başa gelen çekilecek şu kamp yapıp çadırda kalma hadisesi deneyimlenecek. Ama lüksmüş lüks! Hoppaa! Hangi lüks, yahu çadırın lüksü olur mu hiç? Kilma da koyalım bari... Yine uyku tulumunun içine kıvrılacak, el feneriyle aydınlanacak, off sinek kovarı vücuduna fısfıslayacak, büzüm büzüm olacaksın, başka şansın yok! İlk gece fenerin bozulması, tulumun fermuarının patlaması, tuvaletlerin kanırtması, elin adamının bana sarması, bazı ablaların fena halde dadanması üzeri ikinci gün doğru otele... Gerisi süper eğlence. Hip hopçular, süper rock grupları, kıpır kıpır latinler... Festivalcilerin yüzde doksanı sarışın. Sözüm Brad Pitt'den dışarı sarışın adam sevmem ya baygınlık geldi. Kızlara gelince gözlerim bayram etti. Festival modasına değinirsek; rasta saçlar, kamuflaj pantolonlar ve şapkalar, yırtık ama cidden çok yırtık converse ayakkabılar, gözlük reklamından fırlamış kadar düzgün yüzlü ve yakışıklı çocuklar, kahvaltıda bile sürahiyle biraz içmek, rengarenk kılıklar, öpüşüp koklaşmalar, langırt oynamak (manitayı lungurt etmek) ve bezelye! Evet evet bezelye, hem de en çiğinden!Böyle bizim mısır arabası gibi arabalarda kutu kutu çiğ bezelye satılıyor. Festivalci de onları kucağına alıp, kabukları açıyor, hooop bezelye tanelerini mideye gömüyor. Bizim çekirdek misali... 'Ne mutlu Türküm' diyene sayın seyirciler! Bu farklı deneyimde emeği geçenlere teşekkürler.