Harvard'ın 25 yıl boyunca yürüttüğü araştırma beni sarsmadı; beni uyandırdı. Çünkü ortaya koyduğu sonuç, kişisel gelişim kitaplarının ezberlerinden çok daha rahatsız edici bir hakikati işaret ediyordu: Hayattaki başarımızın neredeyse tamamı yaklaşık yüzde 99'u "referans grubumuz" tarafından belirleniyor. Referans grubumuz; birlikte vakit geçirdiğimiz, sohbet ettiğimiz, dertleştiğimiz, çalıştığımız, bazen sadece sessizce yan yana durduğumuz insanlardan oluşuyor. Yani çoğu zaman sandığımız gibi ben değil, biziz. Araştırmanın en çarpıcı bulgusu şu: Bir insanın referans grubunu değiştirdiğinizde, düşünme biçimi de kökten değişiyor. Çünkü insan, sandığı kadar sabit bir varlık değil. Daha çok bir bukalemun gibi.

Fark etmeden, temas ettiği çevrenin tutumlarını, fikirlerini, hayata bakışını, hatta konuşma tarzını ve giyim zevkini içselleştiriyor. Bu bir zayıflık değil; insan olmanın doğası. Kazananlarla ilişki kurmaya başladığınızda bunu çok net görüyorsunuz. O insanlar sihirli değiller. Ama ortak bir özellikleri var: Dünyaya bakışları başka. Daha pozitifler, neşeliler, odaklılar. Ve en önemlisi: öğrenmeyi ve büyümeyi öğrenmişler. Yaptıkları işe iyimserlikten değil, anlam duygusundan bakıyorlar. Problemi gelişim alanı olarak görüyorlar. Bir süre sonra siz de fark etmeden aynı dili konuşmaya, aynı yerden bakmaya başlıyorsunuz. Çünkü insan zihni yalnızca bilgiyle değil, temasla dönüşür.
Bir başka çarpıcı gerçek daha var: İlişkilerimizin, hayattaki mutluluğumuz ya da mutsuzluğumuz üzerinde yüzde 85 oranında belirleyici olduğu biliniyor. Yani hayat kalitemiz kazandığımız paradan, yaşadığımız şehirden ya da sahip olduğumuz statüden çok, kiminle oturup kalktığımızla ilgili. Artık şuna inanıyorum, ilişkiler romantik stratejik bir alandır. Bu strateji vicdansızlık değil, bilinçtir.

ÖNCE MASANIZI DEĞİŞTİRİN
Herkesi sevmek zorunda değiliz. Herkesle yol yürümek zorunda hiç değiliz. Sadece sevdiğimiz, saydığımız, yanında olmaktan güç aldığımız, zihnimizi ve ruhumuzu büyüten insanlarla ilişki kurmak bir lüks değil; bir sorumluluktur. Bu araştırma beni etkiledi. 2026'ya girerken kendime verdiğim en net söz şu: Hayatıma kimi aldığımı, kimi hayatımda tuttuğumu daha büyük bir ciddiyetle seçeceğim. Çünkü biliyorum ki referans grubum kaderimin mimarı. Size de aynısını öneriyorum. Hayatınızı değiştirmek istiyorsanız, önce masanızı değiştirin. Çünkü kimlerle oturduğunuz, kim olacağınızı fısıldar.
2025'TE NELERİ UNUTMADIK?
2025'in son yazısıyla karşınızdayım. 2025, "Geçer" denilen ama geçmeyen şeylerin yılıydı. Ekranlardan üzerimize boca edilen kriz manşetlerini, sabah başka akşam başka uyanılan döviz rakamlarını, bir gecede değişen ezberleri unutmadık. Sosyal medyada linçle alkışın yer değiştirdiği o tuhaf hız çağını, bir cümleyle parlatılıp bir cümleyle silinen insanları da... Yapay zekanın hayatımıza bu kadar hızlı girip, insan olmanın ne demek olduğunu yeniden sorgulattığı anları; dost bildiklerimizin zor zamanlarda nasıl buharlaştığını da...

Kısacası 2025'te unutmadıklarımız, başımıza gelenlerden çok, bizi değiştirenler oldu. Hayat ne tuhaf; insanı en çok en yakındakilerle sınar ya, işte orada dank etti bazı gerçekler. Meğer "yakın" dediğimiz herkes yakın değilmiş. Aynı masada oturmak, aynı yoldan yürümek anlamına gelmiyormuş. Başarının bazılarına sevinç, bazılarına ise ayna tuttuğunu; herkesin o aynaya bakacak cesareti olmadığını fark ettik. Ve belki de en acısı, kimin sizinle değil, kimin sizden yana olduğunu başarı anlarında çok net gördük. 2025'ten aldığımız ders şuydu, her şeye yetişmeye çalışanın kendine geç kaldığını öğrendik. Net olmayan hiçbir bağın, iyi niyetle bile yürümüyor oluşunu gördük. Gücün, ses yükseltmekte değil; gerektiğinde masadan kalkabilmekte olduğunu anladık. Ve belki de en önemlisi, hayatın "Sonra bakarız" dediğimiz hiçbir konuyu affetmediğini... 2025 bize şunu bıraktı: Daha az erteleme, daha çok cesaret; daha az kalabalık, daha sahici bir yol. 2026'dan dileğim net, tüm bunların olmayışı sağlık, huzur ve aşk. Güven ve sevgiyle şimdiden herkese mucize dolu bir yıl diliyorum.